50 YIL ÖNCEKİ ÇOCUKLUĞUMDAN HATIRLADIKLARIM (1)

Bazen durup; insanlar 40-50 yıl önce nasıl yaşıyordu, diye düşündüğümüz olur mu? Çocuklar vakitlerini nasıl değerlendiriyorlardı. Neler konuşur nelere gülüyorlardı. Toplum belleğinde iz bırakan olaylar neydi. Ülkenin ve ailelerin ekonomileri ihtiyaçlara ne ölçüde cevap verebiliyordu. Hâsılı kelam; insanlar hayatlarını nasıl idame ettiriyor, ne yiyip ne içiyorlardı.

Hemen her aile, evinin hayad (avlu) ında yetiştirdiği sebze-meyve ile küçük müstahsildi. Tarlasında buğday, arpa, mısır yetiştiren küçük çiftçiydi. Kümesinde tavuğu, hindisi, kazıyla (varsa) tek ineğiyle fakirhanesinin sütünü, peynirini, yağını, yoğurdunu yapan, nafakasını çıkaran mütevazı yetiştiriciydi. Bugünkü manada sanayi siteleri, geniş tarım arazileri, küçükbaş-büyükbaş çiftlikleri yoktu. Her şeyi kendisi yetiştirip üretmek zorundaydı.

1950 yılında Türkiye Kore savaşına dâhil oldu. 1961’de Berlin Duvarı örüldü. 1963’de Jonh Kennedy suikasta uğradı. İman var fakat para, teknik, teknoloji yoktu. İnsanoğlu yinede ne yaptı etti, 1969 yılında Amerikalı Neil Armstrong aya ayakbastı. Gazeteler sitayişle yıllarca yazdı çizdi. Bugün aya dolmuş kaldırma planları yapılıyor. 30 bin nüfuslu Karaman’ın lisesinden İsmail Böcü yüz metreyi 11.2 saniyede koşarken gazeteler yazmadı. Fakat 1968 yılında yüz metreyi yine bir Amerikalı zenci Jim Hines on saniyenin altına düştü,  9.9 saniyede koştu, dünya rekoru kırdı. Puntolar gazete sayfalarına sığmadı, aylarca bahse konu oldu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nda son piyade savaşları yapıldı. Bugün düşmanın tepesine bir bomba, her yer dümdüz.

60’lı yıllarda Chevrolet Cadillac tutkunu Türkiye’nin ilk gangsteri Necdet Elmas vardı; kara gözlüklü, uzun boylu, yakışıklı ve pek ünlüydü. “Ben işçinin değil zenginin parasını alıyorum” dediğinden olacak, belki de insanlar onu gizliden gizliye seviyordu. O, bankayı soyar, kuyruklu Amerikan arabasıyla 120’yle kaçar, imkânları kıt devletimin 80 yapan arabası beyhude kovalardı. Biz çocukların Necdet amcası soygunlarını, maceralarını İstanbul’da yapar, ulusal gazeteler tefrika biçiminde haberlerle ülkeyi aylarca çalkalar ve aynı biz çocuklar Karaman’da birazda hayretler içinde titrer dururduk.

1961 yılında 6 yaşında kaçırılan kayıp bir Ayla çocuk vardı. Çingeneler dilenci yapmak için kaçırdı denildi. Şurada izine rastlandı denildi. Denildi oğlu denildi. Ama ne çare… Biz çocukların korkudan, endişeden gözlerimiz büyürdü. Annelerin çocuklarına tembihlerinin bini bin paraydı. Gazete ve radyo haberleri bir gün ümit veriyor, fakat ertesi gün bütün ümitler suya düşüyordu. Bulanlara 20 bin lira (1-2 daire fiyatı) ödül vaad eden babasının çabaları göz yaşartıcıydı.

Sinemamızın gerçekte pamuk gibi kötü adamlarının filmleri değil, bizzat kendileri vardı. Sokaklarda bazen taşlanıp yuhalanırlardı. Biz çocuklar Karaoğlanlı, Camokalı, tarihi filmlerine doymaz, tepeden tırnağa siyah iskelet elbiseli Klink filmlerinde heyecandan hop oturur, hop kalkardık.

Orta öğrenim yıllarımızda ortalık, gerçekte vatansever Namık Kemal’e mal edilen fıkralardan geçilmezdi. Mesela; Namık Kemal İstanbul’da güya bir İngiliz ve bir Fransızla kahvede oturuyormuş. İngiliz: Bizim postacılar o kadar becerikli ki, zarfın üzerine annemin sadece adını yazsam anneme ulaşır, der. Fransız ise: O da bir şey mi, ben annemin oturduğu şehri yazsam yeter, demiş. Namık Kemal ise: Ben zarfın üzerine bir şey yazmasam da her İstanbullu mektubun anneme gideceğini bilir, demiş. İngiliz ve Fransız inanmamışlar ve: İspatla… Demişler. Namık Kemal zarfı eline alır ve onların görmeyeceği bir şekilde, güya elinin başparmağını işaret ve orta parmağının arasına yerleştirerek yoldan geçen bir kişiye oğlum bu nereye gider, diye sorar. Adam parmağa bakar ve: Anana… Anana der. Namık Kemal İngiliz ve Fransıza döner ve: işte gördünüz beyler… der.

(İkinci bölüm yarın)

YORUM EKLE

banner284