Dış görünüşüm sert ve soğuktur. Bu durumu bilmiyor değilim, birazda memnun değilim zaten. Fakat, gündelik hayatım içinde daha çok da tanıdık olmayan kişi ve topluluklarda birden espri-şaka yapma ihtiyacım ortaya çıkıyor. Bazen kendimi tutamıyor ve artık söz, kelam, ifade ağızdan çıkmış oluyor. Diş macunu gibi geri girmiyor.
Seksenli yıllar… 12 Eylül darbesinden sonra kurulan Anavatan Partisi iktidarda. Ülkede her alanda büyük bir ANAP rüzgârı esiyor. İsmet Paşa Caddesi, Tartanlar Fırını’nda börek yaptırıyorum. Fırının önünde Mut’a giden bir minibüs durdu. İçinden benim yaşlarımda bir adam hızla indi, fırına daldı. O günlerde pek çok şeye gelen zamlar ekmeğe de gelmişti. On tane pide aldı. Ücretini öderken de: Ne olacak bu memleketin hali.. Bu zamlar… pahalılık kabilinden esti gürledi. Birazda ileri gitti. O anda öyle olmadığım halde birden: Biraz ağır ol bakalım… Burada Anavatan Partisi İlçe Başkanı (O zaman ilçe idik) varken, bunlar ne biçim lakırdı efendi… demez miyim? Adam birden toplandı: Abi ben aslında Özal’ı da severim, demeye filan başladı. Sen benim kusuruma bakma, diyerek çark etti. Bekleyen dolmuşa kendisini atarken hâlâ saygıyla öne doğru eğilerek reveranslar yapıyordu. Ee öyle tabi. Koca ilçe başkanı.
Eşim pantolonlarımı tadilat için terziye götürecek. Eşime şurası şöyle olacak… Burası böyle olacak diye tembihatlarımı uzatınca: Söylerim yaparsa yapar, napayım Ahmet diye geçiştirmeye çalışınca, ben hemen senaryoyu yazdım ve biraz daha ileriye giderek: Sen kocam çok aksi bir adam de… Aman oğlum iyi yap. Değilse gelir buraları yıkar, diye ciddi bir tavırla söyle dedim. Eşim terziye varır. Terzi kalfasına, ikide kendisi katarak söylediklerimi söyleyince kalfa: Aman teyzeciğim, nolur başka yere götürün bunları. Ben çok korkarım böyle adamlardan… diye neredeyse yalvarır. Eşim ciddiyetini bozmadan: Sen iyi yap yeter ki oğlum. Ben onu yatıştırmaya çalışırım, der. Arkasına bakmadan çıkar gider. Dönüp baksa gülecek çünkü.
Kırmahalleli Sanat Güneşimiz Halis abimiz güzel ve renkli giyinirdi. Tekstil Fabrikası yerine kurulan Afra Alışveriş Merkezlerinin giyim bölümünde arkadaşları olduğu halde karşılaştık. Bana dönerek içinde ağırlıklı turuncu renkli montu: Bunu giyebilir miyim ki… diye sordu. Valla ne söyleyeyim şimdi Halis abi, ben giyemem. Ben giyersem taşlarlar. Ama sen giyersen sana bir şey demezler, dedim. Doğru söylüyorsun Ahmedim, sağ ol dedi. Turuncu montu sırtına geçirdi.
Yukarıda şaka-espri yapma ihtiyacım birden ortaya çıkıveriyor dedim ya…
Eşimle pazardayız. Öyle şaka yapacak halim filan da yok. Ispanak almak istedim. Eşim almayalım, bu hafta dursun, diyecek oldu. Vay sen misin o… Duramadım ve pazarcıya: Ver şurdan yarım kilo, diye güya sinirlendim ve: Yarım kilo ıspanağı eşine danışan adamdan millete, memlekete hayır mı gelir, diye gürledim. Aldım yürüdüm. Satıcı arkamızdan: Abi bi avuç ıspanak için yingemle takışmayın, diye endişeyle aramızı yapmaya çalışıyordu.
Yine eşimle pazarda, aramızda ayrımız-gayrımız olmadığı bütçemiz bir olduğu halde: Bunu da sen öde bakalım… Veya: Hadi buda benden olsun… türünden diyaloglarda bulunurum. Yakıştıramadığından olacak, kimi satıcı şaşırır, kimi satıcı da yadırgar, öyle ya…
Evden çıkarken 15’li 20’li yaşlardaki çocuklarımıza arada bir ciddi ciddi tembihlerdim: Tüple oynamayın… Yabancılara kapıyı açmayın… Aman ha…sakın ha…
Yaşımız ilerledikçe çocuklaşıyor muyuz ne?
Geçenlerde Esat arkadaşım ve eşini İstasyonda uğurlarken: Bak Esat’cığım, trende tanımadıklarınla, yabancılarla filan konuşuyum edeyim deme. Verdiklerini yeme-içme. Sakın ha… diye tembihlemeye kalktım. Ama o da az değil: Yabancı derken Amerikalı, İngiliz filan mı demek istiyorsun, diye karşıladı. Soru da fena değil hani.
Kararıp durmaya gerek yok. Şaka ve espri hayatımızın her döneminde olması gereken temel ihtiyaçlarımızdandır. Yeri geldiğinde, ihtiyaç hasıl olduğunda, yapalım gitsin.
Aklıma Geliveren Şakalar-Espriler
Paylaş