Anılarımdan: ASKERLİĞİM

Marmara Denizinin durgun sularında, sabahın ilk ışıklarına yakın, “Marakaz” adındaki geminin filikalarının bulunduğu en üst katında, geminin küpeşte denilen korkuluklarına sıkı sıkıya yapışarak, benim gibi meraklılarla birlikte; bizimle, daha doğrusu gemi ile yarışan yunus balıklarını seyrederken, artık güneş de doğmuştu.

Gelibolu’daki İkinci Kolordu emrinde bulunan birliklerimize gitmek üzere; 03 Nisan 1953 gününün akşamı, Sirkeci’den bindiğimiz vapur, sabaha kadar yol almış ve artık gideceğimiz yer uzaklardan görünmüştü.

Gemi aşağı yukarı tamamen acemi erlerle dolu olmasına rağmen, meraklı bir kişi olduğumdan; ilk saatten itibaren, geminin her tarafını gezmiş ve gece geç saatte bir kalorifer peteğine sırtımı dayayarak oturduğumda, evden ayrılışım, Karaman Askerlik Şubesi, tertemiz olduğumuz halde mecburen hamama sokulmamız, asker giysileri giydikten sonra kara vagonlar içinde trenle İstanbul’a geliş, Selimiye Kışlasında iki günlük misafirliğimizden sonra, şimdi de vapurdaki seyahat gözümün önünden bir sinema şeridi gibi geçerken, dalıp uyumuştum..

İşte yukarıda da anlattığım gibi, sabah erkenden kalkmış, vapurun en üst katında, etrafı seyrederken, vapur menziline varmış, bizlerde vapurdan inip, bir alanda bizleri birliklerimize götürecek kişileri beklerken, kuşluk vakti olmuştu..

Tam bu sırada, bir yüzbaşı yüksekçe bir yerden bizlere seslenerek; “Arkadaşlar, ne yazık ki size çok kötü bir haberim var. Bugün sabaha karşı NATO tatbikatından dönmekte olan Dumlupınar Denizaltı Gemimiz, Çanakkale Boğazı Nara Burnu yakınlarında,Nabolant adında bir gemi ile çarpışıp batmış ve maalesef (81) askerimiz sulara gömülüp şehit olmuştur”dedi.

Bir anlık bir sessizlikten sonra, yüzbaşı tekrar söz alarak; “Arkadaşlar şehit olan bu arkadaşların son sözleri de ‘Vatan Sağ olsun’ oldu. Türkiye’nin ve sizlerin başı sağ olsun’ diyerek sözlerini bitirdi.

O gün üzüntüler içinde bizleri götüren kişilerin nezaretinde birliklerimize vardık.Birliğe geldiğimizin haftasında tabi tutulduğumuz sınavda; soruların tamamını doğru işaretlediğimden taburun levazım subayı, ortaokul düzeyindeki bir okulu da bitirdiğim için, beni Çanakkale’deki dört aylık Astsubaylık kursuna gönderebileceğini söyledi.. Ben Asker olmak istemediğim için reddettim.(Askerden dönüşümde bir müddet işsiz kaldığımdan, yüzbaşının;‘ilerde pişman olursun’ sözlerini de hatırlayacaktım).

Birliğimiz şehre çok yakın olduğundan, aşağı yukarı her cumartesi öğle sonrası ve Pazar günleri ilk işim şehre inmek ve kolordu sinemasına gelen yabancı filmleri izlemekti. Sıladan pek param gelmezdi ama, o günlerde verilen 12,5 liralık çavuş aylığından çokça 2,5 bazen de 5 lirasını mektubum içinde eşime gönderdiğimden, kalanla da idare etmeye çalışmışımdır.

Yine bir cumartesi öğleden sonra; şehre inmiş, sinemaya doğru giderken, Kolordu Bandosunun bulunduğu binanın açık penceresinden çeşitli müzik aletleri ile, şimdiye kadar hiç duymadığım bir şarkıyı, notası ile çalmaya çalıştıklarını duyduğumda; adeta yerimde çakılmış gibi kalakalmıştım.

Şarkının sözleri yoktu ama, makam ve ezgisi beni büyülemişti. Galiba müzik aletini çalan kişiler de şarkıyı yeni duymuşlar, ilk defa çalmaya çalışıyorlardı. O gün sinema saatini kaçırdığımdan, saatlerce bir kenara çekilerek müziğe takılıp kalmış, ve akşam yaklaştığında birliğime dönmüştüm.

Sabah karavanadan çorbamı içtikten sonra, elime kâğıt kalem alarak, tekrar şehre döndüğümde; bando binasının o açık penceresinden, bu defa şarkının sözlerini de duymuştum. Bugün bile o şarkıyı her duyduğumda, o günü hatırlarım.

Sonraki tarihlerde bestesi Sadettin Kaynak, güftesi de Vecdi Bingöl’e ait olduğunu da öğrendiğim şarkının sözleri; “Ayrılık yaman kelime, Benzetmek azdır ölüme” diye başlayan ve “Kim uğrasa bu zulüme, Gündüzü olurmuş gece” diye devam eden şarkıydı.

Askere gelirken eşimi ve bir çocuğumu fakir ve kalabalık olan babama bırakmak mecburiyetinde kalmıştım. Bir taraftan onların durumu ve gurbetin acısı zaten içimde iken, bu yeni duyduğum şarkının etkisi beni daha da yaralamıştı. İçimde katmerleşen derin acılar içinde, ve zehrimi içime akıta akıta birliğime döndüm.

Birliğimize geldiğimiz günden, terhis olup ayrıldığımız zamana kadar; Tabur Binasından her akşamüzeri ve tatil günlerinin çoğunda çalınan ve hoparlörlerle o geniş alana yayılan ikinci bir şarkı da Osman Nuri Akın’a ait ve bir bayan sanatçı tarafından söylenen; “Geçti hayal içinde bunca yıl” diye başlayan şarkıydı ki, bu şarkıdan da epey etkilemiştim..

Oradayken Çanakkale savaşlarının geçtiği yerleri de gezdik. Orada şehit olan anamın babası, Dedem Durmuş Ali’nin kemiklerinin de bulunduğu bu topraklara basmaya dahi kıyamadan yavaş yavaş ve huşu içinde yürürken, batarya komutanımız kıdemli Yüzbaşı Necati Özkaner’in savaşla ilgili anlattıklarını dinliyordum.

O yıllar şimdiki anıt henüz yoktu. Diğer devletlere ait mezarlar bakımlı ve her birinin üzerinde de isimleri ve ölüm tarihleri varken, bizim şehitlerin mezarları bakımsız, dağınık ve perişandı. Hatta bahar aylarında yağan yağmurlarla meydana çıkmış birçok şehit kemiklerini, orada tekrar toprakla örterken, ortaya çıkmış ve patlamamış bir top mermisini de, yetkililer etkisiz hale getirdiler.

Askerde Atatürk’ün naaşının, on beş yıl yattığı Etnografya Müzesinden Anıtkabir’e nakli merasimini radyodan dinlemiş, bir ay kadar sonra da naklin filmini Kolordu Sinemasında izlemiştim.. Hani derler ya; askerliğini yapmamış hiçbir erkek, tam olgun sayılmaz diye. Galiba bende 24 aylık bir askerlik süresini müteakip, birazcık olgunlaşarak evime dönmüş oluyordum.

YORUM EKLE

banner284