Bilhassa Yukariderede’ki bahçeler, Asagidere’ye göre, daha çok oldugundan, ilkbahar aylarindan baslayarak, son güz aylarina kadar, her zaman kalabalik ve senlikliydi. Burada bir de, o yillarda suyla dönen, Kocaagalara ait, adina Yukaridegirmen denilen degirmen vardi ki, bilhassa güz aylarinda; köyün, yakin köylerin, un ve bulgurlarini ögütürken, çok kalabalik ve hatta panayir yerine dönerdi.
Çocuklugunu Yukaridere’de geçiren biri olarak biliyorum ki, ufacikta olsa, bu bahçelere çok önem verilir ve fazla verim almak için, taa kis aylarindan itibaren, o yillardaki tek gübre çesidi, hayvan gübresi (çiftlik gübresi) ile bol bol gübrelenirdi.
Hemen hemen bahçelerin tümünde, kocaman ulu ceviz agaçlari bulunurdu. Çogu kez köyden çikistan itibaren, taa ‘Ibili’ denilen yere kadar, bu ceviz agaçlarinin gölgesinde yürünürdü. Bilhassa bahar aylarinda, ana/baba kokusu da denilen, yenice açilan bu ceviz agaçlarinin yapraklarinin kokusunu, yol boyu burnunuzda hissederken, sol tarafinizda Asagidegirmen arginin, hafiften kulaginiza gelen siriltisini duyar, nerede olduklarini asla göremediginiz, çali bülbüllerinin ve diger ötücü kuslarin, kulaga hos gelen sesini duyardiniz.
Saginizda ki bahçelerde çiçegini erkenden açan ayva, erik, visne ve kaysi gibi agaçlarin bembeyaz çiçekleri ruhunuzu oksar, uzunca süren kis aylarinin, ruhunuza çöken bütün olumsuzluklarini, üstünüzden atar, ferahlanirdiniz.
Bahçeler o yillardaki adetlere göre, öküz çifti ile aktarilir, ikilenir, sonra da, ekilecek sebze çesidine göre, iki kisinin kullandigi “dartma” ile, kariklar yapilir ve ilk tohumlardan, fasulye ve buna benzer tohumlar ekilir, çarsidan alinmis olan sogan iskalari, özel olarak düzeltilen, yerlerine dikilirdi.
Karsiyaka’daki tarlalar daha genis oldugundan, buralarin kiraç yerlerine; arpa, bugday, sulu olan yerlere de; çokça misir, hashas ve sebze ekilirdi. Karsiyaka denilen buralar, bahçe sekline henüz dönüsmedikleri için, meyve agaçlari da yok gibiydi.
Iste o yillarda; henüz ulasim zorluklarindan, Denircik, Kayaönü ve Ova gibi arazisi daha genis olan mevkilere gidilemediginden, köyün hem meyve hem de sebze ihtiyaçlari, yukarida saydigim, köye yakin mevkilerden karsilaniyordu.
O yillar; son zamanlarda çikan elma çesidinden Amasya, Golden ve Starking denilen elma çesitleri bilinmez, bunlarin yerine, yalniz “teker elma” dedigimiz, mevsimlik bir elma ve bir de “eksi elma” dedigimiz, elma çesidi ve o yillarda bilinen armut, ayva, seftali, üzümerik ve karaerik, visne ve çok az bilinen asikiraz’dan baska meyve çesidimiz hemen hemen yoktu.
Kimyevi gübre, meyve ve sebzeler için, zirai ilaçlarin hiçbiri bilinmez, hem meyveler ve hem de sebzeler, bugünlerde hasretini çektigimiz, özel tatlari, rayihalari ve kokulari ile tadilir ve yenilir, kendilerinden sifa beklenirdi.
O yillar; yollarin, nakil vasitalarinin bulunmadigi yillar oldugundan, bütün köylerde ve hatta sehirlerin çogunda oldugu gibi, bizim köyde de, disari ile irtibat olmadigindan, insanlar sebze ve meyvelerini, ancak kendileri yetistirdikleri zaman yeme imkânina kavusurlardi. Bu da, birkaç aylik bir müddet içinde tüketilir veya aniden gelen bir sogukla, yok olup giderdi.
Meyve ve sebzelerle ilgili olarak, o yillardaki bazi deyimleri ise, söyle hatirliyorum.
Gökçe baylik, bir aylik:.Burada gökçe; meyve ve sebzeyi, baylik bir aylik ise; bunlarin ömürlerinin de bir ay içinde sona erecegini, ya yenip tükenecegini veya bir soguk neticesinde yok olacagini anlatiyor.
Gögü tattik, derdi attik: Artik yaz geldi. Bu mevsimde yetisen ve sifa veren meyve ve sebzeleri yiyerek, daha sihhatli olduk.
Çikti bostan, ayril dosttan: Yetistirdigin sebze ve meyveler, ancak sana yeter, bunlari baskalari ile paylasma.
Geldi güz, dostunu düz: Artik güz aylari geldi. Çok zor geçecek kis aylari için, kendine arkadaslar, dostlar bul..
Köyün renkli kisileri :
Eski yazilarimdan birinde; köyümüzde bulunan renkli kisilerden Deli Elif, Hashas Ibrahim ve Deli Hüseyin’den biraz bahsetmistim. Hashas Ibrahim; halim selim, kimseye zarari dokunmayan, bir sey istemeyen, yalniz verirsen alan biriydi.
Hüseyin ile ayni yasta oldugum için, O’ndan da korkacak bir durumum yoktu. O da zararsiz biriydi. Elif ise; bunlardan tamamen farkli, vurdu, kirdi birisi oldugu gibi, kizdiginda karsisinda kim olursa olsun, agza alinmayan küfürleri savurur, gücünün yettigini döver veya korkutarak elindekileri ve hatta cebindekileri zorla alirdi. Ki bilhassa Hüseyin’i tenha bir yerde kistirdiginda; “Çikar lan cebindeki paralari!” der, O’ndan çok korkan Hüseyin; “Al Elif aba, al” der, cebindekilerin tamamini çikarip verirdi.
Gündüz boyu köyde dolasan Elif, aksamlari Kafarkizi da dedigimiz, Emine Teyzenin, seki altinda, mitilinde yatar, sabahlari yine köyde, belli isine dönerdi.
Biz çocukken Elif orta yasliydi. Hakkinda söylenenlere göre; tek çocugunu bogarak, bizim Yukaridere’ye giderken geçtigimiz, Devlingeç Koyagina gömmüstü. Bu nedenle, herkes gibi, ben de ondan korkardim.
Elif yillarca köyde bu sekilde yasamini sürdürdükten sonra, Belediyenin yeni aldigi otobüsün son koltugunda, o yillardaki belediye yetkililerin hos görüsüne de siginarak, sabah erkenden Karaman’a varir, orada gerekli icraatini yapar, aksam da ayni otobüsle köye dönerdi. Elifin oturdugu koltuk, otobüsün arkada son koltugu olup, oraya “Elifin yeri” denirdi Sonradan Elif, Karaman’a ve oradaki bol bahsise kavustugundan, Karaman’a yerlesmistir
. Böylelikle de; köyde bulunan diger renkli kisiler, Elif’in serrinden kurtuldular. Deli Hüseyin’in topladigi paralar, artik tamam olarak yerini buldugu gibi, Hashas Ibrahim’le takisan olmaz, Çolak Kiz da, Persembe günü cumaligini bol bol toplardi. Elif’i ise artik Karaman’da Irebis ile cebellesirken görürdük ki, orada ölmüs ve orada defnedilmistir..
Deli Hüseyin:
Hüseyin bildigim kadari ile 1932 dogumluydu. Ona nasil deli diyorlardi bilmiyorum ama o yillardaki Yesildere’nin üç mahallesinde, 200’ün üzerindeki hanede yasayan, iki binden fazla nüfusun büyük bir çogunlugunun adini ve soyadini bilirdi. Hüseyin, Elifin Karaman’a gitmesinden sonra çok rahatlamisti.
Bilhassa son yillarda Avrupa’ya çalismaya gidenleri veya memuriyet sebebi ile köyden ayrildiktan sonra, izinli gelenleri bizzat takip eder, hemen onun evine gelerek, hos geldin der, verilen dolgunca bahsisi aldiktan sonra “Tamam makbuzu kestik!” diyerek oradan ayrilirdi.
Hüseyin babadan öksüz birisiydi. Ancak agabeyi Ali Osman O’na son derece sahipti. Ilk yillarda bayagi temiz iken, agabeyinin vefatindan sonra, bakimi yalniz yengesine kalmis, yasi ilerlediginden, bir kadinin O’nu çekip çevirme imkâni da, kisitli oldugundan, son yillari, epey zor ve mesakkatli geçmisti. Sonunda Yesildere’de vefat etmis, Asagimezarlikta agabeyi Ali Osman ve atalarinin yanina defnedilmistir. Allah rahmetini ondan da esirgemesin.
Urkuya:
Urkuya; Asagimahalle’de annesi ile yasayan, kulagi duymayan, dilsiz, kimseye zarari olmayan, biriydi. Biz okula giderken, asagi yukari her sabah, O’nu Asagiçesme’de yüzünü yikarken görürdük. Çesmenin ülügünden avuçlarina aldigi bol ve soguk sulari, yüzüne her çarpista, “püf” diye bir ses çikarir, ve bu yüz yikama dakikalarca sürdügünden, çesmeye su doldurmak için gelenler, O’nu dakikalarca beklerdi.
Çocuklugumda evimizin önünde oynarken anam “Çocuk uyuyor. Ben su doldurmaya çesmeye gidiyorum. Çocuga göz kulak ol” dedikten bir müddet sonra, anamin evimizden gelen çigligini duydugumdan, kosarak vardigimda; Urkuya’nin kucagindaki çocugu almak için çabaladigini, O’nun ise vermemek için direndigini gördüm.
Anlasildi ki; Urkuya açik olan evimizin kapisindan girmis, uyuyan çocugu kucagina bastirarak, hem agzindan ve hem de burnundan devamli öptügünden, anam çocugu ondan zorla aldiginda, havasizliktan mos mor olmus bir durumdaydi. Tabii ki oyuna dalip çocugu unuttugumdan, beni de birazcik çirpistirmisti.
Çibigin alti:
Çocuklugumda; su anda Mustafa Uysal ve Mehmet Uysal’in çocuklari üzerinde olan iki katli binalarin, hemen duvarlarina dayanmis, genisçe kalinliklari ve epeyce de uzunluklari bulunan, üzerlerine oturuldugu zaman 25–30 kisiyi alabilen, yuvarlak agaç kütükleri, yer alirdi. Binanin kapilari daha ziyade baska yönde olup, mesken olan ikinci katlarin pencereleri yola bakiyorlarsa da, pencerelerin hemen altinda, iki büyük asma (Çibik) agaçlarinin kollari, demin bahsettigim kalaslarin üzerlerini tamamen kaplayarak, adeta bir çardak olusturur, buraya da o yillarda ÇIBIGIN ALTI denirdi.
Burasi; o yillar, uzun yaz günlerinin, agir ve yorucu islerinde, gün boyu çalisan köy halkinin erkeklerinden bazilari, aksama dogru biraz nefes alip serinlemek, o gün köyde olanlarin havadisini almak, ertesi gün için de, yevmiyeci veya kesikçi bulmak, en önemlisi de, oranin müdavimlerinin, nükteli sohbetleriyle bir parça da olsa yorgunlugunu unutmak için, buraya ugrarlardi.
Ah keske zamani ve mekâni, yani o gün ve insanlarini bugüne getirebilme, orada geçen konusmalari, bilhassa nükteli, hicivli sohbetleri, tekrar yasayabilme imkânimiz olabilseydi. Hele hele, o havayi ve sohbetleri bugünkü yeni nesile oldugu gibi aktarabilseydik. Ben eminim ki; bugünkü gençlik dâhil, bütün insanlara maddi yönden olmasa bile, manevi yönden yorgun, ümitsiz gönüllere ve zamanin amansiz hastaligi strese, en büyük sifa kaynagi olurdu.
Burada; ayni zamanda halk arasindaki ufak tefek sikâyetler de dinlenir, muhtar ve azalarin yardimi ile, hemen oracikta halledilir, tatliya baglanirdi. Ancak, demin de belirttigim gibi, buranin esas mevzuu; mizah, nükte, esprilerin girila gittigi, kahkahalarin taa uzaklardan duyuldugu, bir yerdi.
Köyde bulundugum bir gün; ikindi üzeri, evimize kadar gelen kahkaha seslerini duydugumdan, oraya yaklastigimda gördügüme göre; rahmetliler Belediye Baskani Kadir Alpelli basta olmak üzere, Kadiris Dayi, Muhtar Topal Osman, Azili Ali Aga, Kocaagalarin Ömer Dayi ve bunlara benzer, o günün köyün kalburüstü sahislarindan 25–30 kisi, yine orada, yani Çibigin Altinda toplanmislar, Elif ile Hashas’i da aralarina almislardi.
Hashas, Elife; “Al giz su gorayi, git. Ben gelinceye kadar evi temizle, yemegi yap” dediginde, Elif; pür hiddet ve yüksek bir sesle “Senin evini de, seni de” diye baslayan, o meshur küfrünü savururken, bütün gücüyle, Hashas’a saldiriyor, ancak, ikisi arasinda bulunanlar, Elif’in elini tuttuklari için, hücumu bosa giderken, oradakiler de kahkahalarla gülüyorlardi.
Yine, birinin Hashas’in kulagina fisildadigi, Hashasin da, Elif’e yüksekçe bir sesle “Sobayi yaktiktan sonra, üzerine su gügümünü koymayi da unutma. Aksam çimecegiz” demesi üzerine, Elif, bu sefer, biraz agirdan alan, aradaki sahsin bos biraktigi yerden, Hashas’a bir iki yumruk attigindan, zavallinin burnu kanamisti.
Kahkahalar devam ederken, toplanan bahsisler kendilerine verildiginde, ikisi de hayatlarindan memnun olarak, oradan ayrildilar.
Son yillarda artik kahvehaneler de çogaldigindan, Çibigin Alti da özelligini kaybetmis ve tamamen unutulup gitmisti. Ancak oranin hemen karsisinda, kösenin basindaki dükkânda, lakabi Dom Osman olan, rahmetli Osman Ipekdal Dayi, manifatura dükkâni açmisti.
Arkadas ve yoldaslari, yine rahmetliler Topal Musa, Azili, Kiyici Ibrahim, Haci Alilerin Osman ve babam Bevvap Mustafa ve bunlarin sohbetlerini seven köyden kisilerdir.
Dom Osman’in dükkânindaki, sohbet ve sakalarin da, o eski Çibigin Alti sohbetlerini aratmayacak kadar güzel oldugunu söylerler.
O Muhterem kisiler, artik bu gün ya köydeki veya Karamandaki kabirlerinde mahsere kadar sürecek ebedi uykularini uyumakta olup, bizlerden tek istekleri, anilma ve ruhlarina gönderecegimiz birer Fatiha’dir. Ruhlari sad olsun.