ESKİDEN HABERLEŞME

Benim hatırladığım eski Postane binası Cumhuriyet Parkı’nın karşısındaki Türkçe Parkı’nın olduğu yerde idi. Daha önce ise, günümüzde halkın Kütüklü Park olarak andığı Cambaz Gazi Parkı yanındaki Tartan Pasajı’nın bulunduğu yerde imiş. Bunu bende hatırlamıyorum.

Postane bağlantılı ilk şehirlerarası telefon tesisi ilk olarak 1949 yılında 100 abone ile kurulup hizmete başlamış. Mükrem Erkin’in Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarlığı sırasında PTT yeni hizmet binasının yapımı ve mevcut santral abonesinin artırılmasında önemli katkıları olmuştur.

40-50 yıl önce yiyecek-içecek, giyecek gibi telefonda sınırlı ve sayılı idi. Telefon sahibi olanlar parmakla gösterilirdi. Fakat bugün antikalaşan kömür karası telefon makineleri pek bir heybetli ve asaletliydi. Yan tarafındaki manyetolu kolu iki-üç kere çevirince PTT’nin telefon merkezindeki bayan operatör bize konuşmak istediğimiz kişiyi bağlardı. Şehirlerarası görüşme için isim ve telefon numarası yazdırılır, sıraya tabi olunurdu. Verilen numara bazen 1-2 saat bağlanmayınca görevliye: Hanım kızımlı cümlelerle kibarca hatırlatılır, bunlar olurken bazen hatlar karışır operatörler araya giren diğer meslektaşlarını: Ankara…Konya…çık aradan diye, tatlı sert uyarırlardı. Yıl 1960’ların ortası, vakit yatsı sonrası. Postane görevlisi babamı: Kardeşiniz Necdet Almanya’dan sizi bir saat sonra tekrar arayacak, diyerek postaneye davet eder. Babam giyinir çıkar. Gece yarısına doğru döner. Fakat canı biraz sıkılmıştır. Çünkü memur maaşının önemli bir bölümünü kardeşine hecalet (yük olmaktan çekinme)inden ödemek durumunda kalmıştı. Telefon pahalı bir lükstü. Suyla mı çalışıyor bu, diye kullanmayan yaşlılar vardı.

80’li yıllarda bile eve-işyerine telefon almak için sıraya yazılınır, 5-10 yıl sonra nihayet sıra gelir, neden sonra bağlanırdı. 90’lı yıllarda teknoloji ilerleme kaydetti, karşımıza telesekreterler çıkmaya başladı. Hasan arkadaşımız anlatmıştı: Yaşlı annesi arkadaşını arar, meşgul sinyaliyle beraber telesekreter yanlış tuşladınız… vb. gibi klişe sözleri arka arkaya sıralar, teyzemiz: Bi dakka gızım, diye araya girmeye çalışır, bir türlü başaramayınca da: Gızım sende din din aynı şeyleri din… diye çıkışır telesekretere. Kimi yaşlılar ise telefonda konuşurken heyecanlanıp ahizeyi genç bir yakınına uzatıyor, daha olmadı muhatabının yüzüne kapatıveriyordu.

40’lı 50’li yıllarda bir başka haberleşme yolu, tellallar ve hoparlördü. Belediyenin duyuru ve ilanlarını, öleni-kalanı, olanı-biteni, Tellal Asım, çarşı ve meydanları gezerek mikrofonu aratmayan sesiyle bizzat yapıyordu. 1960’lı yıllara gelindiğinde, Saray Bisküvi’nin sahibi Özdağ kardeşlerin babası Pazarcı Durhasanın Kâmil Amcanın, esnaf-tüccar Yaşar-Hüseyin Selek kardeşlerin ve Tuzcu Hakkı Amcanın reklamları şehrin muhtelif yerlerindeki Belediye hoparlörleri vasıtasıyla yapılır oldu.

Bir diğer haber, haberleşme, duyuru, bildirme yolu da cami ve mescitlerin şerefesinde veya girişinde doğal çıplak sesle okunan ezan ve salalardı. Ramazan ayı içinde ise (günümüzde de olduğu gibi) sahurun bittiğini, imsakın orucun başladığını bildiren Kale’nin doğu bedenlerinden şehrin sabah alacakaranlığına atılan, kasabayı yerinden sallayan Ramazan topuydu. Aynı günün akşamında ise, orucu bozmak için akşam ezanıyla yetinmeyip kulak kabartarak beklenen ve patlatılan iftar topuydu. Ezan ve sala günümüzde tekniğin teknolojinin imkânlarıyla yine var. İmsak ve iftar topu yine var. Fakat yaşadığımız çağda aynı sesler, şehrin yaydığı gürültü ve şehir hayatının hay huyları arasında gürültüye gidiyor.

Diğer bir başka haberleşme aracı ise mektuptu. Okuma yazması olmayan yaşlılar, mektuplarını, torunlarına veya komşu çocuğuna bazen de küçük bir hediye karşılığında yazdırabiliyordu. Lise öğrencileri aynı şekilde postane önünde para karşılığında zarf üzeri yazarak, havale kâğıdı doldurarak, telgraf çekerek harçlıklarını çıkarıyorlardı.

Tebrik kartları, 90’lı yıllara kadar insanlar ve kurumlar tarafından yılbaşı ve dini bayramları kutlama amacı ile yoğun olarak kullanıldı. Karaman manzaralı tebrik kartlarını belki dirensem de en son olarak bende terk etmek zorunda kaldım.

Şehrin çevresindeki dağlarda, bağlarda, ovalarda insanlar binlerce yıldır çıkardıkları bilmem kaç oktavlık kederli ve uzun hava kıvamında seslerle haberleşiyordu. Şehir küçüktü. Çevresi bahçelerle çevriliydi. Zeyve, Gazalpa ve Şambayadı Mahallesi Porsuk (Bugünkü Alparslan Türkeş Parkı) çevresi bahçelerinde oturanlar bunu birbirlerini görmeden bahçeden bahçeye aynı genetik miras seslerle sürdürdüler. Çıkardıkları sesler doğaldı. İhtiyaçtandı ve kimseyi asla rahatsız etmezdi. Bugün o güzel sesler semaya karıştı. 50 yıl önceki o sesler aynı semadan bizim kuşağımızın kulağına zaman zaman döner gelir ve bizi hem mutlu hem mesut hem sonsuz bahtiyar eder.

Bugün iletişimin geldiği nokta insan aklının ve hayalinin sınırlarını zorluyor. Dünün insanları teknolojinin imkânlarından bugünün insanları kadar istifade edemese de, günümüze, önceki kuşakların fedakârlıkları ve çalışmaları ile gelindi.

YORUM EKLE

banner284