Tarihi süreçte; toplumların üzerinde egemenlik kurup saltanatlıklar oluşturan ve hanedanlıklar olarak da varlıklarını sürdürenler, yönetimleri altında tuttukları toplumlardan farklı olduklarını simgelemek için kendilerine saraylar yaptırdıkları ve bu saraylarda yaşadıkları ve toplumları bu saraylardan yönettikleri görülmüştür.
Bu saraylardan birkaç örnek;
Bizans, Kutsal Saray,
Fransa, Versay Sarayı,
İngiltere, Buckingham Sarayı,
Çin, Yasak Şehir,
Osmanlı; Edirne Sarayı, Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Çırağan Sarayı ve Yıldız Sarayı’nı sayabiliriz.
Evet, bu saydığım saraylara bir de Anadolu’nun orta yerinde Ankara’da bir saray daha eklendi, “Ak Saray.”
AK Parti,
Ak kadınlar,
Ak Gençlik,
Ak Saray,
Derken,
Acaba sıra Ak Hanedanlık oluşturmaya mı geldi diyeceğiz? Zira ortalığı adeta bir Ak sardı.
Saraylara baktığınızda; bütün saraylarda “taht” görülüyor. Yabancı saraylarda tahtın yanında “Taç”; Osmanlı Saraylarında da tahtın yanında “Kılıç” bulunmaktadır.
Yabancılarda hükümdarlık alameti taç giymek; Osmanlılarda ise kılıç kuşanmaktır.
Ak Sarayın oda sayısında bir bilinmezlik ortaya çıktı. Halk, AK Saray’ın oda sayısını 1000 olarak biliyordu; ancak bu bilginin yanlış olduğu, çünkü oda sayısının 1150 olduğu aktarıldı.
Bu oda sayısındaki bilgi değişikliği nedeniyle, Ak Saray’da bilemediğimiz, taht ve kılıçta mı var? Sorusu aklıma takılıyor.
Bu da nerden çıktı böyle derseniz? Son günlerde bir Osmanlılık ve bir Osmanlıcadır gidiyor. Osmanlıca demişken aklıma geldi, aktarayım.
Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk Türkçe kitabın basımı 1729’ da gerçekleştirilmiştir. 1729 yılından Türk alfabesinin kabul edildiği 1928’e kadar geçen iki yüzyılda otuz bin kitap basılmıştır. Oysa alfabe değişikliğini izleyen on altı yıl içinde aynı sayıda kitap basılmıştır. Osmanlıca savunucularının bilgilerine bu gerçeği sunalım da neyin peşinde olduklarını görmelerini isteyelim.
Osmanlıya özenenlere de söyleyeceklerim var. Neden ceket, pantolon giyip kravat takıyorlar?
Osmanlılar zamanında başa sarık sarılıyordu, daha sonraları fes giyilmeye başlanıldı, uzun elbiseler giyilip, sırta da cübbe alınıyordu. Osmanlı sevdalıları, neden bunları giymiyorlar? Ayrıca sakallar göğüslerin üzerine kadar iniyordu, neden sakal uzatmıyorlar?
Bunlara gerek yok; saray yaptırıldı, saray yaptırılması yeterli mi deniliyor?
Fes demişken bir hatırlatma yapayım. Fes, Rumlar ve Faslılar tarafından kullanılmakta idi. II. Mahmut, memurlara ve askerlere fes giymelerini mecbur kıldı. Bu gelişme karşısında II. Mahmut’a “Gâvur Padişah” denildi.
Osmanlı olmayı ve geriye bakmaları artık bırakalım; vatandaş işsiz, vatandaş yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşama savaşımı vermekte; bunlara çareler üretilmeli. İşsizlik, açlık, yoksulluk ve fakirliklere son vermek için çalışılmalı. Sosyal adalet gerçekleştirilmeli. Gelir dağılımı adaletli olmalıdır.
Diyorum.
Çünkü Osmanlı olmanın ve başörtülü bacılarım demenin, bu topluma ve dünyaya hiçbir yararı yok.
Bu tür yaklaşımların ve söylemlerin yerine; yaşanılan olumsuzluklardan arınmak için;
Demokrasiyi kuralım,
Adaleti adil olarak dağıtalım,
AB’ne girelim,
Kişi başına düşen Milli Geliri 25 bin dolara çıkaralım,
Bizde uzay çalışmalarına başlayalım.
Böylecec; geleceği hanedanlar için değil, millet için kurmuş oluruz