Abartmakta üstümüze yok. Her şeyi uçlarda yaşamaya meyilli bir yapıya sahibiz. Olaylara, insanlara yaklaşımımız hep hissi. Makul, mantıklı ve ölçülü olmak hepimizin yararına değil mi?
Siyaseti kendi diyalektiği içinde değil, anlamak istediğimiz şekilde yapıyoruz. Ülkeye hizmet adına rekabet etmiyor, düşmanlık üretiyoruz. En çok bağıranın, küfür edenin haklı olduğu kabulü ile yapılan politika, insanlarımız arasında gerginliğe yol açıyor. Partilerin 365 gün açık olan il-ilçe-bucak teşkilatları ülkenin ve insanların enerjisini, kaynaklarını vantuz gibi emiyor. Amerika’da partilerin kapıları seçime bir ay kala açılıyor, seçim bittiği gün ise kapısına tekrar kilit asılıyormuş. Gâvur gâvurken olayı çözmüş. Bizde partiler ülkeye, millete değil, partisine, partilisine hizmet ediyor. Yapılanlar neredeyse aleni, gözümün içine baka baka yapılıyor. Bu durumda farklı siyasi görüşe sahip topluluklar birbirine kurşun atacak noktaya geliyor. Atmıyorlar da değil.
Kantarın topuzunu kaçırıyoruz…
Bazılarımız başkalarının yaşam biçimine, inancına saygı göstermiyor. Üstüne vazifeymiş gibi karşısındakini istediği forma sokmak istiyor. İnancını yanlış, imanını yeterli görmüyor. Atalarımız: İbadetin çokluğuna bakılmaz, hâlık-ı kulundan hoşlanmayınca, demiş. Peygamberimizin bile yapmadığı, söylemediği sözleri biz fakirler yapmaya, söylemeye, dayatmaya kalkıyoruz. Mübarek adam biraz hoşgörülü ol. Önce insanı sevmeye çalış.
Abartıyoruz…
2002 yılında Japonya ve Güney Kore’nin ev sahipliğinde yapılan 17. Dünya Kupası finallerinde Milli Futbol takımımız Dünya üçüncüsü oldu. Bende herkes gibi milli gururla sokağa çıktım. Özellikle bir kısım fanatik gençler çıldırmış gibiydi. Sevinirken bile öfkeli ve taşkınlardı. Sevinmeyi, kutlamayı bile kıvamında yapamıyoruz. Trafik kilitlenmiş, şehir karmaşa ve gürültü-patırtıya teslim olmuştu. Geçtiğimiz aylarda Spor Toto Süper Lige yükselme Göztepe-Eskişehirspor maçında sahaya atılan meşaleler nedeniyle müsabakaya üç kez tam 27 dakika ara verilmek zorunda kalındı. Avrupa’da futbol, rekabet anlayışıyla sportmence, kutlamalar ise festival havasında ve tadında yapılıyor. Biz birbirimizi yerken, üst üste üç pas yapamayan anlı-şanlı futbolcularımız paraları eşek yüküyle götürüyor.
Asker uğurlamaları şehirlerde gürültü koparılarak, Otogarlarda koca otobüsler onlarca genç tarafından beşik gibi sallanarak yapılıyor. Konvoy ve uğurlamaları bizzat askeriye tertip etmelidir. Merasimler vakar içinde yapılmalı, katılımcılar vakur olmalıdır.
Evlenme teklifleri bazen uçuk-kaçık şekillerde yapılıyor. Düğün konvoyları trafiği aksatarak ve bilhassa klakson basılarak yapılıyor. Düğünlerde gürültünün adı müzik olmuş. Düğünlerde eğleniyor muyuz yoksa gece yarılarına kadar dayak mı yiyoruz belli değil.
Her şeyi abartıyoruz…
Netice: Sevinçlerimizi, üzüntülerimizi, kutlamalarımızı anlaşılması zor bir haleti ruhiye içinde yaşıyoruz. Tek tek ağır âzem makul ve mantıklıyız. Bir araya geldiğimizde ise bu güzel özelliklerimiz aşırılık, taşkınlık ve akla ziyan davranışlarla yer değiştiriyor.
Toplum psikolojisi…
Anladık. Peki, Avrupalı, Amerikalı toplum değil mi?
Biri çıksa da 80 milyon insanımızın önemli bir bölümünü elinden tutup psikologa, sosyologa götürse iyi olacak. Buna gerçekten ihtiyacımız var.