Ihtiyar:
Bir yaniyla Karadag’a yaslanan
Ve içinden nazli nazli
Kazalpa Çayi akan,
Koynunda;
Hamdim pistim diyen
Yunus
Ve yine gel diye çagiran
Mevlana
Yatan.
Bir yavru ceylan gibi
Uzaklardan Toroslar’a bakan.
Çaglari çag yapan,
Güzel bir sehir vardi
Adi Karaman…
Bilir misin?
Diye sordu.
Biraz durdu.
Gözlerini yumdu.
Bekledi…
Bir zamanlar Karaman, adeta yesil bir deniz görünümündeydi, dedi ve anlatimini sürdürdü.
Dallarinda leyleklerin yuva yaptigi agaçlar,
Kokulari etrafi saran akasyalar,
Dallari özgürce uzayan igde agaçlari,
Dallarinda açan çiçekleriyle bahari müjdeleyen kayisi agaçlari,
Yol kenarlarindaki insanlarla iç içe geçmis çinar agaçlari,
Dans edercesine bulutlarla kucak kucaga sarilan kavaklar,
Arilarin bir konup, bir kaybolduklari asma dallari,
Kelebeklerin arka arkasina yarisircasina uçustuklari çiçekler,
Her rüzgâr esisinde, yapraklari, koro halinde bir armoni olusturur gibi hisirtilar çikaran ve insanda özgürlük esintileri yaratan milyonlarca agaç.
Çaglayan su seslerinin kulaklarda yansidigi yemyesil bir Karaman…
Karaman’in baharini yasamak bir ayricalikti, dedi, heyecanlandi ve kendinden geçercesine ellerini iki yana açarak, tekrar anlatimina basladi.
Günes, ben varim dercesine; yükseklerde, yalniz ve piril piril, bazense; beyaz ve dumansi bulutlarin arasindan güler bibi yüzünü göstererek, özgürlügünü yasarken, olanca sicakligiyla topragi isitir.
Yakin tepelerdeki karlarin erimesiyle olusan sular, derelerde çogalarak akmaya baslar. Sular, derelerin genis yerlerinde nazli; dar yerlerine geldiginde de cosarak, önlerine kattiklari odun parçalarini uzak yerlere sürükleyerek, götürürler. Dere kenarlarinda bulunan sögüt agaçlarinin alt taraflari, sularin çogalmasiyla sularin içinde kalir; dallari ise, suda birkaç metre sürüklenir, suyun siddeti azalinca da bir sarkaç gibi tekrar eski yerlerine gelirler.
Toprak, üzerinde akan sulari doya doya emerek, suya olan hasretini giderir. Derelerin sig yerlerinde ve toprak üzerinde yer yer biriken sular, ögle saatlerinde günesin çökmesiyle birlikte buharlasir, gökyüzünde olusan beyaz bulutlar, günesi beyaz bir yorgan gibi örterler.
Bahçelerdeki agaç dallarinda açan beyaz ve pembe renkli çiçeklere konan kelebekler, çiçekler arasinda kendi güzelliklerini görmek istercesine sürekli olarak yakin dallardaki çiçeklere geçerler. Dallar arasinda görülmesi zor olan serçeler, yuvalarina bir seyler götürmek için sürekli çirpinip dururlar. Agaç dallarindaki çiçekler; kelebekler, serçeler, yerde rengârenk açan çiçekler ve çiçekler arasinda uzayan kirmizi gelincikler ve beyaz papatyalar, seyredenlere doyumsuz bir güzellik tattirirlar.
Siyah inci taneleri gibi ardi ardina dizilmis karincalar, bir dügün alayi olustururlar sanki. Bir telas, bir telas görülmeye deger. Ince uzun bir yolda gidip gelirler, önlerine aldiklarini birkaçi birden yuvarlayip götürmeye çalisirken; daha fazla sayida olanlar da tuttuklarini hep birlikte götürmeye çalisirlar. Yuvalarinin giris yerlerinde ufaltilmis toprak tanelerinden yükseltiler olustururlar. Dar alanlarda çok sayida yuvalar var ama karisikliga meydan vermeden, her karinca kendi yuvasina yönelir.
Daha çok kiraz dallarindaki çiçekleri seçerek bu çiçeklere konan arilar, bazen tek basina; bazen de birkaçi bir arada, çiçekler için ayri bir güzellik olustururlar. Her çiçege konmak için bir yaris baslatmislar gibiler. Arilarin hepsi ayni boydalar ve hep ayni hareketi tekrarlayip dururlar. Sanirsiniz ki, konduklari çiçekleri incitmekten korkuyorlar.
Üzüm baglari, bir yesil deniz olmuslar, alabildigine uzayip gider. Baslangiç ve bitis yerleri ve aralarindaki sinirlari da belli degil. Serçeler, kelebekler ve arilar, sürüler halinde yesilliklerin arasinda kaybolup, tekrar ortaya çikarlar. Baslarinda taçlariyla rengârenk olan ibibikler, özgür ve yalniz olarak ve birbirlerine yakin yerlerde karinlarini doyurmak için yem ararlar. Havalanmaya veya yere inme anlarinda da o güzel sesleriyle, bizlerde variz der gibi ötüsürler. Keklikler, ötüsleri ile avcilara cesaret verircesine yakinlarda olduklarini belirtir gibi adeta yanlarina çagirirlar.
Bütün ovayi kaplayan ve ovaya canlilik katan ekinler, yesilden mora dönüsmeye baslarlar. Basak tutan ekinlerin boylari oldukça büyür ve rüzgâr vurdukça, rüzgârin önünde bir ritim halinde egilip dogrulurlar.
Yaylalara dogru çikildikça sikça rastlanan kir çiçekleri ve tüm yaylayi kapsayan yesillikler arasinda, siyahli beyazli kuzular, bir birleriyle oynasarak, çok uzaklara kadar giderler. Analarinin melemelerine kosarak gelip adeta itaat ettiklerini böylece gösterirler, diyerek anlatimini bitirdi.
Uzunca bir duraklamadan sonra Karaman’a kisin gelmesi Karadag’a bakarak anlasilir, dedi ve Karadag ile ilgili bir siir okudu:
Aci eserdi rüzgârlar yamaçlarinda
Ve diz boyu karlar yagardi kis aylarinda
Sogurdu tas ve toprak
Ve her zaman
Tepelerden asagilara
Bir yilan gibi kivrilarak
Önüne ne varsa
Hepsini katarak
Çiglar düserdi
Öylesine çoktu ki karlar
Kurtulmak zordu
Ve ölürdü insanlar
Ve geride kalanlar aglardi
Karadag’a
Kis aylarinda diz boyu karlar yagardi…
Iste bir zamanlar böyleydi Karaman;
Deyip,
Sözlerini bitirdi…
Ihtiyar.
HIZIR VE KARAMAN
- 05 Mayıs 2015, 00:00
YORUM EKLE
Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi