Eskici dükkânındaki çekiç darbelerinin yarattığı ve Kur’an kursunda Ak Hoca’nın kulaklarımda oluşturduğu acılardan ve yaralardan kurtulmuşken, ne var ki bu kez terzi dükkânında kendimi adeta bir tutsak olarak hissetmeye başladım!
Eskici çıraklığı ve Kur’an kursu macerasından bir yıl sonra babam, bir terzi dükkânına yine çırak olarak verdi.
Yerden birkaç merdiven basamağı yukarıda bulunan terzi dükkânı, hükümet binasına yakın bir yerde ve oldukça büyüktü.
Usta, geldiğim ilk gün, camekâna yakın bir yerde oturmamı istedi. Sol dizime bir küçük bez parçası bıraktı. Sağ elimin orta parmağıma bir terzi yüzüğü taktı. İğneye geçirdiği bir parça ipliğin sonuna düğüm atmadı. İğneyi, bez parçasına geçirmemi ve bunu sürekli tekrar etmemi istedi.
Ustamın yapmamı istediğini yapmaya başladım ama bana hiç mantıklı ve eğlendirici gelmedi. İğneyi beze sürekli takıp çekerken, mahalledeki oyun arkadaşlarımı düşündüm ve kısa sürede yaptığım bu işten sıkılmaya başladım.
Usta, masanın üzerine serdiği kâğıtları mezüre ile ölçerken, çizerken ve bu kâğıtları kumaşların üzerine koyarak, kumaşları keserken; elbiseleri ütülerken, gelen kişilere diktiği yarı elbiseleri giydirip çıkarttırırken, elimdeki iğneyi ve yapmam gerekeni unutup ustamı seyretmeye başladım.
Her geçen gün sıkılmam arttıkça; yakındaki cami çeşmesinden, ibrik ve testileri alarak, bunları doldurmaya ve dükkânı sıkça sulamaya ve süpürmeye ve tuvalete gitmeye başladım. Bazen de hasta olduğumu söyleyerek, dükkâna gitmedim ve arkadaşlarımla akşamlara kadar oynadım.
Bir yaz tatilim terzi çırağı olarak geçti ama doğru dürüst ipliği iğneye geçirmeyi bir türlü beceremedim. Böylece terzi çıraklığına da nokta konuldu. Anlaşıldı ki benim bu konularda yeteneğim yok.
Bir yıl sonra yeni bir yöreye ve yeni evimize taşındık. Evimiz, kent merkezinden oldukça uzakta, önünde bin beş yüz; arkada da beş bin metre karelik bahçesi olan; girişte bir aralık, iki oda, bir aşene, bir ahır ve bir samanlıktan ibaretti.
Evimize taşınalı bir hafta bile olmamıştı. Babam, bir sabah henüz güneş doğmakta ve gecenin serinliği kendini iyiden iyiye hissettirdiği bir anda, Cumhuriyet Parkı’nın güney doğusundaki bir sokakta bulunan simitçi fırınına götürdü.
İçeriye girdiğimizde, fırının sıcaklığını hissettim ve biraz ısındım. Tezgâhın üzerindeki simitlere, yerdeki sıra halinde duran tablalara, etraftaki un
çuvallarına bakarken, babamın, fırının önündeki ustayla ne konuştuklarını anlamadan, babam, fırından ayrıldı.
Usta, yerdeki dört tarafı camlı tablalardan birinin içine yüz simit sayarak koymamı söyledi. Simitleri sayarak tablaya yerleştirdim.
Usta, yaptıklarımı seyrettikten sonra, Karaman’da bildiğim yerlerde simitlerin tanesini on kuruştan satmamı söyledi.
Fırından ayrıldım. Önce Cumhuriyet Parkı’na doğru yöneldim. Parka gelinceye kadar birkaç simit sattım ve ilk kez parayla tanıştım. Cumhuriyet Parkı ve çevresinde oldukça dolaştım. Yorulunca parka girip oturdum. Daha sonra Sebze Pazarı ve çevresinde simit satışı yaptım.
İkindiye doğru bütün simitler bitti. Fırına döndüm. Cebimde oldukça ağırlık yapan paraları, tezgâhın üzerine koydum. Usta, yedi lirayı sayarak aldı, geri kalan paraları saymadan bana verdi.
Böylece sattığım her simitten üç kuruş ve toplamda da: delikli ve kenarı tırtıklı bir kuruşlardan (Kırk Para) ve delikli iki buçuk kuruştan (Yüz Para) tam üç lira kazanmıştım. Heyecan içinde cebimdeki paraları oynayarak, eve geldim.
Günler sonra, usta bir simit satıcısı oldum. Artık simit satışını fırından fazla uzaklaşmadan farklı yerlerde de satmaya başladım. Her gün üç lira kazandığı gören babam, İş Bankasından bir kumbara getirdi. Her gün üç lirayı kumbaraya attım.
Kumbara oldukça ağırlaştı. Babamla bankaya gittik. Kumbarayı boşalttılar. Çıkan parayı adıma açılan bir hesaba yatırdılar. Neyin olup bittiğini bilmiyordum ama babamın ve bankacıların tavrı beni etkiledi ve ilk kez anlatamayacağım bir duyguyu yaşadım.
Bu gelişmeler bana para kazanma hırsını değil; küçük yaşımda, para kazanma heyecanını ve zevkini verdi.
Ramazan ve Kurban Bayramlarında, simitleri sattıktan sonra eve gelerek, önceden hazırladığım fırıldakları, balonları ve bakkallardan aldığım cizili şekerleri, yaşıtım olan çocuklar bayram yerinde eğlenirlerken; ben, bunları bayram yerinde sattım.
Babamın bana bıraktığı en önemli miras böylece tasarruf oldu. Bu çalışma ve tasarruf etmeyi bu güne kadar taşıdım ve halende sürdürüyorum.
Günümüzde, toplumumuzda tasarruf yerine maalesef her alanda hoyratça bir tüketim çılgınlığı yaşanılmaktadır. Bu nedenle de yatırımlar için ülkemizde gerekli olan bir sermaye birikimi oluşmuyor ve yatırım için yabancı sermayeye gereksinim duyuluyor.
En kısa zamanda ülke olarak, her alanda bir tasarruf seferberliği başlatarak, gereksinim duyduğumuz yatırımlarımızı kendi öz sermayemizle başlatmalıyız diyorum…
Eskici çıraklığı ve Kur’an kursu macerasından bir yıl sonra babam, bir terzi dükkânına yine çırak olarak verdi.
Yerden birkaç merdiven basamağı yukarıda bulunan terzi dükkânı, hükümet binasına yakın bir yerde ve oldukça büyüktü.
Usta, geldiğim ilk gün, camekâna yakın bir yerde oturmamı istedi. Sol dizime bir küçük bez parçası bıraktı. Sağ elimin orta parmağıma bir terzi yüzüğü taktı. İğneye geçirdiği bir parça ipliğin sonuna düğüm atmadı. İğneyi, bez parçasına geçirmemi ve bunu sürekli tekrar etmemi istedi.
Ustamın yapmamı istediğini yapmaya başladım ama bana hiç mantıklı ve eğlendirici gelmedi. İğneyi beze sürekli takıp çekerken, mahalledeki oyun arkadaşlarımı düşündüm ve kısa sürede yaptığım bu işten sıkılmaya başladım.
Usta, masanın üzerine serdiği kâğıtları mezüre ile ölçerken, çizerken ve bu kâğıtları kumaşların üzerine koyarak, kumaşları keserken; elbiseleri ütülerken, gelen kişilere diktiği yarı elbiseleri giydirip çıkarttırırken, elimdeki iğneyi ve yapmam gerekeni unutup ustamı seyretmeye başladım.
Her geçen gün sıkılmam arttıkça; yakındaki cami çeşmesinden, ibrik ve testileri alarak, bunları doldurmaya ve dükkânı sıkça sulamaya ve süpürmeye ve tuvalete gitmeye başladım. Bazen de hasta olduğumu söyleyerek, dükkâna gitmedim ve arkadaşlarımla akşamlara kadar oynadım.
Bir yaz tatilim terzi çırağı olarak geçti ama doğru dürüst ipliği iğneye geçirmeyi bir türlü beceremedim. Böylece terzi çıraklığına da nokta konuldu. Anlaşıldı ki benim bu konularda yeteneğim yok.
Bir yıl sonra yeni bir yöreye ve yeni evimize taşındık. Evimiz, kent merkezinden oldukça uzakta, önünde bin beş yüz; arkada da beş bin metre karelik bahçesi olan; girişte bir aralık, iki oda, bir aşene, bir ahır ve bir samanlıktan ibaretti.
Evimize taşınalı bir hafta bile olmamıştı. Babam, bir sabah henüz güneş doğmakta ve gecenin serinliği kendini iyiden iyiye hissettirdiği bir anda, Cumhuriyet Parkı’nın güney doğusundaki bir sokakta bulunan simitçi fırınına götürdü.
İçeriye girdiğimizde, fırının sıcaklığını hissettim ve biraz ısındım. Tezgâhın üzerindeki simitlere, yerdeki sıra halinde duran tablalara, etraftaki un
çuvallarına bakarken, babamın, fırının önündeki ustayla ne konuştuklarını anlamadan, babam, fırından ayrıldı.
Usta, yerdeki dört tarafı camlı tablalardan birinin içine yüz simit sayarak koymamı söyledi. Simitleri sayarak tablaya yerleştirdim.
Usta, yaptıklarımı seyrettikten sonra, Karaman’da bildiğim yerlerde simitlerin tanesini on kuruştan satmamı söyledi.
Fırından ayrıldım. Önce Cumhuriyet Parkı’na doğru yöneldim. Parka gelinceye kadar birkaç simit sattım ve ilk kez parayla tanıştım. Cumhuriyet Parkı ve çevresinde oldukça dolaştım. Yorulunca parka girip oturdum. Daha sonra Sebze Pazarı ve çevresinde simit satışı yaptım.
İkindiye doğru bütün simitler bitti. Fırına döndüm. Cebimde oldukça ağırlık yapan paraları, tezgâhın üzerine koydum. Usta, yedi lirayı sayarak aldı, geri kalan paraları saymadan bana verdi.
Böylece sattığım her simitten üç kuruş ve toplamda da: delikli ve kenarı tırtıklı bir kuruşlardan (Kırk Para) ve delikli iki buçuk kuruştan (Yüz Para) tam üç lira kazanmıştım. Heyecan içinde cebimdeki paraları oynayarak, eve geldim.
Günler sonra, usta bir simit satıcısı oldum. Artık simit satışını fırından fazla uzaklaşmadan farklı yerlerde de satmaya başladım. Her gün üç lira kazandığı gören babam, İş Bankasından bir kumbara getirdi. Her gün üç lirayı kumbaraya attım.
Kumbara oldukça ağırlaştı. Babamla bankaya gittik. Kumbarayı boşalttılar. Çıkan parayı adıma açılan bir hesaba yatırdılar. Neyin olup bittiğini bilmiyordum ama babamın ve bankacıların tavrı beni etkiledi ve ilk kez anlatamayacağım bir duyguyu yaşadım.
Bu gelişmeler bana para kazanma hırsını değil; küçük yaşımda, para kazanma heyecanını ve zevkini verdi.
Ramazan ve Kurban Bayramlarında, simitleri sattıktan sonra eve gelerek, önceden hazırladığım fırıldakları, balonları ve bakkallardan aldığım cizili şekerleri, yaşıtım olan çocuklar bayram yerinde eğlenirlerken; ben, bunları bayram yerinde sattım.
Babamın bana bıraktığı en önemli miras böylece tasarruf oldu. Bu çalışma ve tasarruf etmeyi bu güne kadar taşıdım ve halende sürdürüyorum.
Günümüzde, toplumumuzda tasarruf yerine maalesef her alanda hoyratça bir tüketim çılgınlığı yaşanılmaktadır. Bu nedenle de yatırımlar için ülkemizde gerekli olan bir sermaye birikimi oluşmuyor ve yatırım için yabancı sermayeye gereksinim duyuluyor.
En kısa zamanda ülke olarak, her alanda bir tasarruf seferberliği başlatarak, gereksinim duyduğumuz yatırımlarımızı kendi öz sermayemizle başlatmalıyız diyorum…