Son yıllarda; yeşilinden soyularak, taşlaştırılmış, egzoz dumanlarının yollara ve sokaklara sinmiş, bir ana caddeye binlerce insanın sıkıştırıldığı, 1950 ve 1960 yıllarında:
Karaman’ın gözde yerlerinden olan Birinci İstasyon Caddesi’nde açan akasya çiçeklerinin etrafa saçtığı kokular yerine sağlı-sollu arabaların park ettiği ve nereden gelip, nereye gittiği belli olmayan arabaların yarışırcasına döndüğü bir kent olmuş Karaman…
Oysa Karaman, tarih ve tarihin içinde yaratılan zengin bir kültürü ile çağlara damgasını vuran ve doğa güzellikleriyle eşi az bulunan bir mekândır…
Anadolu’nun ortasında buram buram tarih ve kültür kokan, Doğu-Batı ve Kuzey-Güney yolların üzerinde bulunan güzel bir yerleşim alanı ve tarihin içinden süzülüp gelen bir kent;
Ortaçağ’ın Anadolu’da kurulan güçlü bir devletin merkezi; Türkçeyi resmi dil olarak ilan eden, Moğol mezalimine ve işgali karşısında direnen ve Konya’yı Moğol işgalinden kurtaran;
Tarihsel ve kültürel zenginlikleriyle doğa güzelliklerinin iç içe geçmiş olan ve 235 yıldan fazla bir süreç içinde tarih ve kültür üreten;
Kent devleti, beylik değil; tarihteki ilk ulus devlet olan, Doğu Akdeniz’i ve Doğu Avrupa’yı kültürüyle aydınlatan, Şehzadeler Sancağı olan bir yerdir Karaman…
Karamanoğulları, Anadolu Türkmen Beyliklerinin en mühimi, en büyüğü, en kudretlisi ve en devamlısıdır. Karaman Türkmen Beyliği, 1250 yıllarından 1487'ye kadar takriben 237 yıl sürmüştür. Karamanoğlu 24 Oğuz boyundan biri olan, Oğuzların Avşar Boyu Beylerinden Ahmet Sadettin Bey'in oğlu Nuri Sofu Bey'den gelen;
Konya, Karaman, Niğde, Aksaray, Kayseri, Ankara, Nevşehir, Mersin, Kırşehir illerinin tamamı, Antalya'nın doğu yarısı, Karamanoğullarının nüfuz ve tabiiyetinde bulunmuştur.
Karamanoğulları batıya doğru Antalya, Isparta, Afyon dolaylarında zaman zaman yukarıdaki sınırları da aşmışlar, akın mahiyetinde çok daha uzaklara gitmişler ve Bursa'ya da girmişlerdir.
Ne var ki; bütün bu tarihi ve kültürel zenginlikleri ve doğa güzellikleri ve de stratejik önemine karşın Karaman, yıllarca Konya’nın gölgesinde kalmış ve yeterince tanınan ve de tanıtılan bir kent olamamıştır.
1965 yılında ayrıldığım Karaman’a 1977 yılının son aylarında döndüm; ancak 1978 yılının Nisan ayında tekrar ayrılmak durumunda kaldım. Kısa aralıklarla
geldiğim Karaman’a son beş altı yıldır iki kez gelmeye başladım. Her gelişim bir başka üzüntü ile sonuçlandı.
Karaman hava kirliğine teslim olan bir kent olmuş ve Avrupa’da kirlilik yönünden Avrupa’nın ilk 10 kenti arasına girmiş. Yazık…
Beni üzen ikinci nokta da: kaldığım süreç içinde gözüme hiçbir yerde yabancı olarak değerlendire bilinecek bir turist çarpmadı.
İç içe geçen iki surla çevrilen ve ortasında da kalesi bulunan Karaman, tüm tarihi ve kültürel zenginlikleri ile doğa güzelliklerini hiçbir yabancı ile paylaşmıyor, acaba tüm bu zenginlikleri ve güzellikleri paylaşmayı kıskanıyor mu?
Düşünüyorum da, acaba sadece yabancılar mı Karaman’ı tanımıyor?
Karaman’da doğup büyümüş ve de yaşamakta olan insanlardan kaçı Karaman’ın bu zenginliklerini ve güzelliklerini gezip tanıyor?
Binlerce öğrencinin eğitim gördüğü üniversite ve yüksekokullardaki öğrencilerden kaçı bu zenginlikler ve güzelliklerle içi içe yaşıyor?
Karaman Valiliği Turizm ve Kültür Müdürlüğü,
Karaman Belediye Başkanlığı,
Üniversite ve Yüksekokullar,
Sivil Toplum Örgütleri,
Bunlardan hangisi ya da hangileri bu zenginlikleri ve güzellikleri tanıtmak için harekete geçecek?
Karaman, yıllarca olduğu gibi, yine sahipsiz, içine kapalı olarak ve kirlenen havası içinde, varlığını sürdürecek mi dersiniz?