O yıllarda köyümüzdeki Yukarıdeğirmenin ön tarafındaki Ömer Aslan’a ait kocaman tarlanın alt tarafı, yani dereye yakın yeri, genişçe bir çayırlık, bu çayırlıkta da, çok sayıda söğüt ağaçları olduğundan, bilhassa yaz aylarında güzel bir mesire yeri gibi olurdu ki, bazen okulda da öğretmenlerimizle birlikte buralara geldiğimizde, hep bu söğüt ağaçları altında oynar veya resim dersi yapardık.
Motorlu vasıtaların hiç olmadığı gibi, atarabaları da henüz yaygın şekilde kullanılmadığından, nakliye işlerinin tamamı; hayvanlarla, bilhassa uzak mesafelerde de, daha ekonomik olduğundan, develerle yapılır, bilhassa uzak köylerden un ve bulgurunu köyümüzdeki su ile çalışan değirmenlerde öğütmek için gelenler de, çoğunlukla develerle gelirlerdi.
Çocukluğumda; çoğu günlerimizin yaz aylarının Yukarı Değirmen’e yakın bahçemizde geçmesi sebebiyle; sıkıldığımda her zaman kalabalık olan değirmenin yanına kadar gider, oralarda olanları seyreder veya akran arkadaşlarımla oynar, sonrada bahçemize dönerdim.
Yine bir gün bahçemizden buraya geldiğimde; çayırlıktaki söğütlerin altında, uzun boyunları ile ağacın ta uç dallarına kadar uzanarak, ince dal ve yaprakları yiyen,havutlu (semerli) develeri, bu develerden birini ıhtırıp üzerine binen,Köyümüzden benden daha büyük yaşta kişileri; yanlarında adlarının Ali ve Yakup olduğunu aralarındaki konuşmalardan örendiğim, iki yabancı kişiyi de gördüm..
Ancak ilk defa gördüğüm bu iki kişinin bizlere göre; giyim, kuşam hareket ve davranışlarının da tamamen başka oldukları dikkatimi çekmiştiki, o yıllar köyümüz üç mahallede, binlerin üzerindeki nüfusu ve bir nahiye merkezi olmasına rağmen, evimizin okula yakın olmasından, benden biraz büyük veya akranlarımın aşağı yukarı tamamına göz alışkanlığım vardı ama Ali ve Yakup adındaki bu kişileri, o güne kadar hiç görmemiştim.
Sonradan öğrendiğime göre; Onlar İlkokulu köyümüzde değil, daha önceki ikamet yerleri olan İstanbul’da bitirmiş, şimdi ise; İvriz Köy Enstitüsü öğrenciler olup, okullarının yaz tatili olması sebebi ile köyde bulunuyorlardı ki, bende o yıllar İlkokulun ya iki veya üçüncü sınıfında olduğum yıllardı.
1944 Ders yılının sonunda;İbrala(Yeşildere) İlkokulundan mezun olduğum yıl; artık benim ve beraber mezun olduğumuz arkadaşlarımın hemen hepsinin okul hayatının sonu olduğunu bildiğimden, en çokta ben üzülüyordum. Çünkü okumayı çok sevdiğim gibi, diğer arkadaşlarımın ailelerinin sahip oldukları; tarla, öküz ve sabanımız olmadığından, benim bundan sonraki hayatımın tamamı bir başkasının yanında; aylıkçı veya yıllıkçı olarak çalışmaktan başka, hiçbir imkâna da sahip değildim.
Ancak; hiç beklemediğimiz bir mucize olmuş, üç yıllık yatılı parasız Ziraat Okulu açılmış, benim çok ısrarım ve bazılarının araya girmesi ile, ikinci yılında babamın da oluru ile, bende o okulun öğrencisi olmuş, şimdi bir yaz tatilinde köyümüze izinli geldiğimizden,Aşağı Caminin yanındaki, yanan İlkokulun ahşap salonunda; öğretmen Yakup Ünlüer’in çaldığı, mandolinin eşliğinde, birbirimizin kollarına girerek,‘Harmandalı’ oynuyorduk.
Onların köyümüze tayin olunduğu 1946 yılındaki tarihimize göre, çok değil geriye dönük 25–30 yıl öncesini şöyle bir göz attığımızda; bir zamanlar üç kıtada kocaman bir İmparatorluk iken, çeşitli sebeplerle yavaş yavaş küçüldüğümüz, en sonrada zorlanarak girmek mecburiyetinde bırakıldığımız Birinci Dünya Savaşından, müttefik olduğumuz devletlerle birlikte yenilmiş sayıldığımızdan, bir anda o üç kıtadaki topraklarımızın tamamını kaybetmiş, idare merkezimiz İstanbul işgal edilerek bütün yetkileri de elinden alınmış, sonumuzun ne olacağını bilemediğimiz, umutsuz, çaresiz, kapkara günler başlamıştı.
Ayrıca son vatan parçamız Anadolu’muz çeşitli Avrupa Devletlerince paylaşıldığı gibi, Yunanistan da İzmir’e asker çıkararak, Anadolu’nun içlerine doğru ilerlerken Allahın bir mucizesi olarak; Atatürk’ün önderliğinde, hep birlikte ve topyekûn, varımızı yoğumuzu ortaya
döküp,binlerce şehit de vererek, savaşı kazanmış ve İstiklalimize kavuşmuş TÜRKİYE CUMHURİYETİ adı ile yepyeni bir ulus olmuştuk.
Tam bağımsız bir devlet olmuştuk ama, çoğu Anadolu da, birazcıkta Trakya’da olmak üzere, uzunca süren bu savaşlardan da geriye; yorgun, fakir, yüzde doksanın okuma yazması olmayan, Sıtma, Frengi ve başka başka hastalıklar içinde kıvranan, aynı zamanda; üzerine Osmanlının borçları da yüklenmiş, 13 milyonluk bir halk kalmıştık.
Aynı zamanda; o yıllarda hiç bir fabrika veya buna benzer üretim tesisinin olmadığı, birkaç bakanlığın bile bir bina içine sıkıştığı, yani sıfırdan başlanan Cumhuriyetin o yokluklar içindeki ilk yılları. Köylerde ise tek geçim kaynağı öküzlerin çektiği sabanla yapılan iptidai şekildeki çiftçilik ve birazcıkta yine iptidai şekilde yapılan hayvancılık iradından başka, hiçbir geliri olmayan halk.
Cumhuriyetimizin kuruluşu yılından hemen on yıl sonra dünyaya gelmiş olmam sebebiyle, o yokluk yıllarını, sonrada İkinci Cihan Savaşının getirdiği çok ağır yükü, çocukluğumdan bilirim.
İşte o yıllar kalkınma öncelliğinin eğitimle olacağını bilen Atatürk, bununda yüzde sekseninin yaşadığı köylerden başlanması gereğini çok iyi bildiğinden, bu görevi o yıllardaki Milli eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel’e, Köy Enstitülerinin kurulması emrini vermiştir.
Atatürk’ün emri ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in direktifi ile Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde 1940 yılında açılıp, 1954 yılına kadar devam eden Köy Enstitülerinden mezun olan köy çocukları, okullarını bitirdikten sonra umumiyetle kendi köylerine de tayin edildiklerinden, köylerinin sorunlarını en iyi bilenlerden biride olduklarından; köylerinin gözü, kulağı, üreten eli ve yol göstericileri oldukları gibi, giyim kuşam ve aynı zamanda; söz ve sohbetleri ile, köyün ileri gelen liderleri de oldular..
Bu öyle bir eğitimdi ki; Ülkenin ihtiyaçlarına uygun, öğrenmeye, çalışmaya, üretmeye ve sonunda hızlı kalkınma ve refaha, yokluk içinde varlık yaratmaya yönelik, aynı zamanda bizzat uygulanarak öğretilen bir programla, burada okuyarak yetiştirilirler, sonrada o kapkaranlık, tamamıyla geri kalmış köylere atanırlardı ki, işte bu okullardan yetişmiş köyümüz halkından bir ailenin iki çocuğu Ali ve Yakup kardeşler de, köyümüz İbrala İlkokuluna, bu okullardan ilk tayin olunan öğretmenlerdendiler.
KÖYÜMÜZDEKİ HİZMETLERİ
Bilindiği gibi Kuran’ı Kerim’in sevgili Peygamberimize (S.A.V) ilk tebliğ ayeti OKU emridir.Hazreti Ali’nin “Bana bir harf öğretenin, kırk yıl kölesi olurum”sözleri de okumanın ne kadar önemli bir değer olduğunun en güzel misalidir.Okumazsan bilemezsin ki.Nasıl olsa okuyanlar anlatıyor,bende onların anlattıklarından öğreniyorum diyorsan, en büyük hatayı yapıyorsun demektir.Onların çoğu kendi menfaatleri için doğruyu söylemez, seni aldatırlar, İşte biz insanlar için en büyük nimet olan okuma yazmayı bize öğretenler de, elleri öpülesi öğretmenlerimizdir
Şu anda bazılarımızın, çoğunlukta da ana babalarımızın öğretmenleri Ali ve Rahmetli Yakup Ünlüer hocalardı ki, yalnız bu hizmetleri için bile, onlara minnet borcumuzu ödeyemeyiz..
O yıllar aynı zamanda köyün ilkokul öğretmeni, İhtiyar Heyetinin seçilmeden atanan tabii üyesidir ki, Ali Beyin zaten bütün amacı; o yıllardaki çok geri kalmış olan köylerin, biran önce kalkınmasına dayalı bir programla yetiştirildiğinden, ve daha önceki yabancı öğretmenlere göre köyün bütün sorunlarını çok daha iyi bildiği gibi, işinde kendi köyünün işi olduğunu bilerek, sorunlara cani gönülden sarıldığı gibi, yenilikleri pek bilmeyen heyet arkadaşlarını da aydınlatıp, cesaretlendirerek, köyün sorunlarını, o yılların en son imkânlarını da zorlayarak, var gücü ile çözme girişimi, olmuştur.
Misal olarak; o yıllarda bütün nakliye işleri hayvanların sırtında taşınırken, Köyden Selerek-Ağılönü’ne kadar olan hayvan yolu,O’nun sayesinde ve O’nun önderliğinde;Köye hane başına verilen yol genişletme işlemi, İmece usulü ile yapıldıktan sonra,Köyümüzün topraklarında da ilk tekerlekler dönmeye başlamıştır.
Daha sonraki yıllarda; Köyün iktisadi hayatına çok büyük katkılar sağlayan ‘Golden’ ve ‘Starking’ elma çeşitlerini köye tanıtan ve nasıl dikilip budanacağını bizzat ameli bir şekilde gösteren, kavakçılığın yaygınlaştırılmasını tavsiye den, yine Ali Öğretmendir.
Yüzlerce yıldır terk edilmiş ve metruk bir halde bulunan Romalılar veya Selçuklulardan kalan tarihi hamamın restore edilmesi ile Köyümüzün hizmetine sunulması, Tekke’de İsmail Hacı Türbesinin; Yunus Emre’nin atalarının diyarı olduğunun, o yıllarda belediye başkanları ve bazı halkında teşebbüsü ile ortaya çıkarılması, unutulmayan hizmetlerindendir.
O yıllarda çıkan bir kanunla; yüzyıllardır Rum isimleri ile anılan köylere yeni Türkçe isimler verilirken,Köyümüze en uygun ve yakışan ismin“Yeşildere” olarak verilmesi,O’nun sayesinde gerçekleşmiştir. Yani Ali Ünlüer Köyümüzün isim babasıdır.
Cumhuriyet Bayramları onların sayesine çok güzel kutlanırdı. Aşağı çeşmenin yanına yapılan zafer takları, çocukların birer birer kürsüye gelerek şiir okumaları, çeşitli yarışlar, gece fener alayları ve Köyde ilk gördüğümüz, o yıllarda adı Maytap olan, havayı fişekleri onların sayesinde öğrendik..
Rahmetli Babam doğuştan akciğerlerinden rahatsız olduğundan,askerliğini de tam yapamadan dönmüş, köyün esas geçim kaynağı olan çiftçilikle değil, köyde bekçilik ve sonrada köyümüzde beş yıllık ilkokulda hademe olarak çalışırken, Ali ve Yakup kardeşler de, 1946 yılında köyümüze İlkokul öğretmeni olarak gelmişlerdi.
Yalnız o yıllarda babamın ücreti şimdilerde olduğu gibi devletten maaş değil, okula gelen öğrencilerin velilerinin verdiği ufak bir ücret karşılığında olur, buda o yıllarda paranın zor bulunur olmasından, karşılığı yarım teneke buğday,mısır ve hatta arpa ile ödeşilirdi.
İşte babamın bu zor durumunu gören okulun Başöğretmeni Ali Ünlüer O’nu önce Özel İdarede kadroya aldırdığı gibi, yine onun yardımı ile Emekli Sandığına aktarmadaki hizmetini bildiğimizden, O’na ailecekte minnettarız. Bu konu ortaya atıldığında rahmetli babamın Ali Beye dualar ederken, gözlerinin dolduğunu hatırlarım.
KARAMANDAKİ HİZMETLERİ
1960 Yılından itibaren Ali ve Yakup kardeşlerin hizmetleri Karaman’a taşınmış olup, Yakup Hocayı burada bir ilkokulun başöğretmeni, Ali Beyi de bölgede İlkokulların tümü için Beslenme Müfettişi olarak görüyoruz.
Ancak Ali Ağabeyimiz öyle yalnız kendine verilen resmi işi ile tatmin olacak biri olmadığından, kalan boş zamanını da, içinde yaşadığı bu şehrin sorunlarına duyarsız kalmayarak, zamanın Rahmetlileri Karaman Turizm ve Tanıtma Derneği Başkanı Baha Bey, Belediye Başkanı Kemal Kaynaş,Dr. Mehmet Armutlu, o yılların Kaymakamları ve diğer ileri gelenleri ile birlikte çalışarak, uzun yıllar,hele 1961 yılındaki Devleti bile Karaman’a getirerek, Türk Dil Bayramı ve Yunus Emre’yi en üst derecede anma töreni, Karaman ve halkına yaşattıkları unutulamayan, unutulmayacak, anılardandır.
Karaman oğlu Mehmet Bey’in o meşhur “Ey ahali. Bundan geru diye başlayan ve divanda, dergâhta mecliste ve meydanda Türk dilinden başka dil kullanılmayacak” fermanı sözlerinin bulunup ilk ortaya çıkarılması sırasında, rahmetli dernek arkadaşlarının içinde sende vardınki, bu tek başına bile, hizmetlerinizin en büyüklerinden biridir. .
Çoğumuzun artık emekli oldum, birazda bende oturup dinleneyim dediğimizde. Sen yine bir köşene çekilmediğinden, 1973 yılından beride, Türkiye’nin en büyük, hayır ve yardım cemiyeti olan KIZILAY Başkanlığını yürütüyorsun, daha ne olsun Ali Ağabeyimiz.
Köyümüzün yakın tarihine baktığımda; o köy için emek vermiş Belediye başkanlarına, veya devlet dairelerinde çalışırken, dolayısı ile de olsa, o köy için yardımı olanlara ayrıca teşekkür ederim, ama Sizin Köyümüz ve sonrada Karaman’a yaptığın hizmetleri anlatmak çok zor.Çünkü onlar o kadar çok ki, ne anlatmakla ve nede yazmakla bitmez..Siz; aynı zamanda benim gözümde, hani Atatürk’ün görevlendirdiği, Türk Milletini ortaçağ karanlığından sıyırıp, aydınlığa çıkarmak isteyen,milletine kulluğu,köleliği değil, efendiliği layik gören Milli Eğitimcileri Mustafa Necati ve
Hasan Ali Yücel’in programları ile yetiştirilen, sonra o yıllarda çağın çok gerilerinde kalmış köylere,Köyümüze, bir güneş gibi doğarak, bildiklerinizi bizlere de öğrettiniz. Kısacası; siz ve hayatta kalmış arkadaşlarınız, o artık nesli de tükenmekte olan son eğitim temsilcileri de olduğunuz gibi, yaratanımızın Kur’anı Kerimde: “SİZİN EN HAYIRLINIZ, İNSANLARA ENÇOK YARDIMI OLANLARINIZDIR” sözlerinin de en büyük örneklerden birisiniz.
Ben önce bir Yeşildere’li ve sonrada Karamanlı olarak; o beldelere yapmış olduğunuz bitmez tükenmez hizmetlerinden dolayı, en derin ve samimi hürmetlerimi de sunarak, ellerinden öperken, genç sayılacak yaşta hayata veda eden kardeşiniz Yakup hocaya Allahtan rahmet, size de hayırlısından, daha nice sıhhat dolu yıllar dilerim
Motorlu vasıtaların hiç olmadığı gibi, atarabaları da henüz yaygın şekilde kullanılmadığından, nakliye işlerinin tamamı; hayvanlarla, bilhassa uzak mesafelerde de, daha ekonomik olduğundan, develerle yapılır, bilhassa uzak köylerden un ve bulgurunu köyümüzdeki su ile çalışan değirmenlerde öğütmek için gelenler de, çoğunlukla develerle gelirlerdi.
Çocukluğumda; çoğu günlerimizin yaz aylarının Yukarı Değirmen’e yakın bahçemizde geçmesi sebebiyle; sıkıldığımda her zaman kalabalık olan değirmenin yanına kadar gider, oralarda olanları seyreder veya akran arkadaşlarımla oynar, sonrada bahçemize dönerdim.
Yine bir gün bahçemizden buraya geldiğimde; çayırlıktaki söğütlerin altında, uzun boyunları ile ağacın ta uç dallarına kadar uzanarak, ince dal ve yaprakları yiyen,havutlu (semerli) develeri, bu develerden birini ıhtırıp üzerine binen,Köyümüzden benden daha büyük yaşta kişileri; yanlarında adlarının Ali ve Yakup olduğunu aralarındaki konuşmalardan örendiğim, iki yabancı kişiyi de gördüm..
Ancak ilk defa gördüğüm bu iki kişinin bizlere göre; giyim, kuşam hareket ve davranışlarının da tamamen başka oldukları dikkatimi çekmiştiki, o yıllar köyümüz üç mahallede, binlerin üzerindeki nüfusu ve bir nahiye merkezi olmasına rağmen, evimizin okula yakın olmasından, benden biraz büyük veya akranlarımın aşağı yukarı tamamına göz alışkanlığım vardı ama Ali ve Yakup adındaki bu kişileri, o güne kadar hiç görmemiştim.
Sonradan öğrendiğime göre; Onlar İlkokulu köyümüzde değil, daha önceki ikamet yerleri olan İstanbul’da bitirmiş, şimdi ise; İvriz Köy Enstitüsü öğrenciler olup, okullarının yaz tatili olması sebebi ile köyde bulunuyorlardı ki, bende o yıllar İlkokulun ya iki veya üçüncü sınıfında olduğum yıllardı.
1944 Ders yılının sonunda;İbrala(Yeşildere) İlkokulundan mezun olduğum yıl; artık benim ve beraber mezun olduğumuz arkadaşlarımın hemen hepsinin okul hayatının sonu olduğunu bildiğimden, en çokta ben üzülüyordum. Çünkü okumayı çok sevdiğim gibi, diğer arkadaşlarımın ailelerinin sahip oldukları; tarla, öküz ve sabanımız olmadığından, benim bundan sonraki hayatımın tamamı bir başkasının yanında; aylıkçı veya yıllıkçı olarak çalışmaktan başka, hiçbir imkâna da sahip değildim.
Ancak; hiç beklemediğimiz bir mucize olmuş, üç yıllık yatılı parasız Ziraat Okulu açılmış, benim çok ısrarım ve bazılarının araya girmesi ile, ikinci yılında babamın da oluru ile, bende o okulun öğrencisi olmuş, şimdi bir yaz tatilinde köyümüze izinli geldiğimizden,Aşağı Caminin yanındaki, yanan İlkokulun ahşap salonunda; öğretmen Yakup Ünlüer’in çaldığı, mandolinin eşliğinde, birbirimizin kollarına girerek,‘Harmandalı’ oynuyorduk.
Onların köyümüze tayin olunduğu 1946 yılındaki tarihimize göre, çok değil geriye dönük 25–30 yıl öncesini şöyle bir göz attığımızda; bir zamanlar üç kıtada kocaman bir İmparatorluk iken, çeşitli sebeplerle yavaş yavaş küçüldüğümüz, en sonrada zorlanarak girmek mecburiyetinde bırakıldığımız Birinci Dünya Savaşından, müttefik olduğumuz devletlerle birlikte yenilmiş sayıldığımızdan, bir anda o üç kıtadaki topraklarımızın tamamını kaybetmiş, idare merkezimiz İstanbul işgal edilerek bütün yetkileri de elinden alınmış, sonumuzun ne olacağını bilemediğimiz, umutsuz, çaresiz, kapkara günler başlamıştı.
Ayrıca son vatan parçamız Anadolu’muz çeşitli Avrupa Devletlerince paylaşıldığı gibi, Yunanistan da İzmir’e asker çıkararak, Anadolu’nun içlerine doğru ilerlerken Allahın bir mucizesi olarak; Atatürk’ün önderliğinde, hep birlikte ve topyekûn, varımızı yoğumuzu ortaya
döküp,binlerce şehit de vererek, savaşı kazanmış ve İstiklalimize kavuşmuş TÜRKİYE CUMHURİYETİ adı ile yepyeni bir ulus olmuştuk.
Tam bağımsız bir devlet olmuştuk ama, çoğu Anadolu da, birazcıkta Trakya’da olmak üzere, uzunca süren bu savaşlardan da geriye; yorgun, fakir, yüzde doksanın okuma yazması olmayan, Sıtma, Frengi ve başka başka hastalıklar içinde kıvranan, aynı zamanda; üzerine Osmanlının borçları da yüklenmiş, 13 milyonluk bir halk kalmıştık.
Aynı zamanda; o yıllarda hiç bir fabrika veya buna benzer üretim tesisinin olmadığı, birkaç bakanlığın bile bir bina içine sıkıştığı, yani sıfırdan başlanan Cumhuriyetin o yokluklar içindeki ilk yılları. Köylerde ise tek geçim kaynağı öküzlerin çektiği sabanla yapılan iptidai şekildeki çiftçilik ve birazcıkta yine iptidai şekilde yapılan hayvancılık iradından başka, hiçbir geliri olmayan halk.
Cumhuriyetimizin kuruluşu yılından hemen on yıl sonra dünyaya gelmiş olmam sebebiyle, o yokluk yıllarını, sonrada İkinci Cihan Savaşının getirdiği çok ağır yükü, çocukluğumdan bilirim.
İşte o yıllar kalkınma öncelliğinin eğitimle olacağını bilen Atatürk, bununda yüzde sekseninin yaşadığı köylerden başlanması gereğini çok iyi bildiğinden, bu görevi o yıllardaki Milli eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel’e, Köy Enstitülerinin kurulması emrini vermiştir.
Atatürk’ün emri ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in direktifi ile Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde 1940 yılında açılıp, 1954 yılına kadar devam eden Köy Enstitülerinden mezun olan köy çocukları, okullarını bitirdikten sonra umumiyetle kendi köylerine de tayin edildiklerinden, köylerinin sorunlarını en iyi bilenlerden biride olduklarından; köylerinin gözü, kulağı, üreten eli ve yol göstericileri oldukları gibi, giyim kuşam ve aynı zamanda; söz ve sohbetleri ile, köyün ileri gelen liderleri de oldular..
Bu öyle bir eğitimdi ki; Ülkenin ihtiyaçlarına uygun, öğrenmeye, çalışmaya, üretmeye ve sonunda hızlı kalkınma ve refaha, yokluk içinde varlık yaratmaya yönelik, aynı zamanda bizzat uygulanarak öğretilen bir programla, burada okuyarak yetiştirilirler, sonrada o kapkaranlık, tamamıyla geri kalmış köylere atanırlardı ki, işte bu okullardan yetişmiş köyümüz halkından bir ailenin iki çocuğu Ali ve Yakup kardeşler de, köyümüz İbrala İlkokuluna, bu okullardan ilk tayin olunan öğretmenlerdendiler.
KÖYÜMÜZDEKİ HİZMETLERİ
Bilindiği gibi Kuran’ı Kerim’in sevgili Peygamberimize (S.A.V) ilk tebliğ ayeti OKU emridir.Hazreti Ali’nin “Bana bir harf öğretenin, kırk yıl kölesi olurum”sözleri de okumanın ne kadar önemli bir değer olduğunun en güzel misalidir.Okumazsan bilemezsin ki.Nasıl olsa okuyanlar anlatıyor,bende onların anlattıklarından öğreniyorum diyorsan, en büyük hatayı yapıyorsun demektir.Onların çoğu kendi menfaatleri için doğruyu söylemez, seni aldatırlar, İşte biz insanlar için en büyük nimet olan okuma yazmayı bize öğretenler de, elleri öpülesi öğretmenlerimizdir
Şu anda bazılarımızın, çoğunlukta da ana babalarımızın öğretmenleri Ali ve Rahmetli Yakup Ünlüer hocalardı ki, yalnız bu hizmetleri için bile, onlara minnet borcumuzu ödeyemeyiz..
O yıllar aynı zamanda köyün ilkokul öğretmeni, İhtiyar Heyetinin seçilmeden atanan tabii üyesidir ki, Ali Beyin zaten bütün amacı; o yıllardaki çok geri kalmış olan köylerin, biran önce kalkınmasına dayalı bir programla yetiştirildiğinden, ve daha önceki yabancı öğretmenlere göre köyün bütün sorunlarını çok daha iyi bildiği gibi, işinde kendi köyünün işi olduğunu bilerek, sorunlara cani gönülden sarıldığı gibi, yenilikleri pek bilmeyen heyet arkadaşlarını da aydınlatıp, cesaretlendirerek, köyün sorunlarını, o yılların en son imkânlarını da zorlayarak, var gücü ile çözme girişimi, olmuştur.
Misal olarak; o yıllarda bütün nakliye işleri hayvanların sırtında taşınırken, Köyden Selerek-Ağılönü’ne kadar olan hayvan yolu,O’nun sayesinde ve O’nun önderliğinde;Köye hane başına verilen yol genişletme işlemi, İmece usulü ile yapıldıktan sonra,Köyümüzün topraklarında da ilk tekerlekler dönmeye başlamıştır.
Daha sonraki yıllarda; Köyün iktisadi hayatına çok büyük katkılar sağlayan ‘Golden’ ve ‘Starking’ elma çeşitlerini köye tanıtan ve nasıl dikilip budanacağını bizzat ameli bir şekilde gösteren, kavakçılığın yaygınlaştırılmasını tavsiye den, yine Ali Öğretmendir.
Yüzlerce yıldır terk edilmiş ve metruk bir halde bulunan Romalılar veya Selçuklulardan kalan tarihi hamamın restore edilmesi ile Köyümüzün hizmetine sunulması, Tekke’de İsmail Hacı Türbesinin; Yunus Emre’nin atalarının diyarı olduğunun, o yıllarda belediye başkanları ve bazı halkında teşebbüsü ile ortaya çıkarılması, unutulmayan hizmetlerindendir.
O yıllarda çıkan bir kanunla; yüzyıllardır Rum isimleri ile anılan köylere yeni Türkçe isimler verilirken,Köyümüze en uygun ve yakışan ismin“Yeşildere” olarak verilmesi,O’nun sayesinde gerçekleşmiştir. Yani Ali Ünlüer Köyümüzün isim babasıdır.
Cumhuriyet Bayramları onların sayesine çok güzel kutlanırdı. Aşağı çeşmenin yanına yapılan zafer takları, çocukların birer birer kürsüye gelerek şiir okumaları, çeşitli yarışlar, gece fener alayları ve Köyde ilk gördüğümüz, o yıllarda adı Maytap olan, havayı fişekleri onların sayesinde öğrendik..
Rahmetli Babam doğuştan akciğerlerinden rahatsız olduğundan,askerliğini de tam yapamadan dönmüş, köyün esas geçim kaynağı olan çiftçilikle değil, köyde bekçilik ve sonrada köyümüzde beş yıllık ilkokulda hademe olarak çalışırken, Ali ve Yakup kardeşler de, 1946 yılında köyümüze İlkokul öğretmeni olarak gelmişlerdi.
Yalnız o yıllarda babamın ücreti şimdilerde olduğu gibi devletten maaş değil, okula gelen öğrencilerin velilerinin verdiği ufak bir ücret karşılığında olur, buda o yıllarda paranın zor bulunur olmasından, karşılığı yarım teneke buğday,mısır ve hatta arpa ile ödeşilirdi.
İşte babamın bu zor durumunu gören okulun Başöğretmeni Ali Ünlüer O’nu önce Özel İdarede kadroya aldırdığı gibi, yine onun yardımı ile Emekli Sandığına aktarmadaki hizmetini bildiğimizden, O’na ailecekte minnettarız. Bu konu ortaya atıldığında rahmetli babamın Ali Beye dualar ederken, gözlerinin dolduğunu hatırlarım.
KARAMANDAKİ HİZMETLERİ
1960 Yılından itibaren Ali ve Yakup kardeşlerin hizmetleri Karaman’a taşınmış olup, Yakup Hocayı burada bir ilkokulun başöğretmeni, Ali Beyi de bölgede İlkokulların tümü için Beslenme Müfettişi olarak görüyoruz.
Ancak Ali Ağabeyimiz öyle yalnız kendine verilen resmi işi ile tatmin olacak biri olmadığından, kalan boş zamanını da, içinde yaşadığı bu şehrin sorunlarına duyarsız kalmayarak, zamanın Rahmetlileri Karaman Turizm ve Tanıtma Derneği Başkanı Baha Bey, Belediye Başkanı Kemal Kaynaş,Dr. Mehmet Armutlu, o yılların Kaymakamları ve diğer ileri gelenleri ile birlikte çalışarak, uzun yıllar,hele 1961 yılındaki Devleti bile Karaman’a getirerek, Türk Dil Bayramı ve Yunus Emre’yi en üst derecede anma töreni, Karaman ve halkına yaşattıkları unutulamayan, unutulmayacak, anılardandır.
Karaman oğlu Mehmet Bey’in o meşhur “Ey ahali. Bundan geru diye başlayan ve divanda, dergâhta mecliste ve meydanda Türk dilinden başka dil kullanılmayacak” fermanı sözlerinin bulunup ilk ortaya çıkarılması sırasında, rahmetli dernek arkadaşlarının içinde sende vardınki, bu tek başına bile, hizmetlerinizin en büyüklerinden biridir. .
Çoğumuzun artık emekli oldum, birazda bende oturup dinleneyim dediğimizde. Sen yine bir köşene çekilmediğinden, 1973 yılından beride, Türkiye’nin en büyük, hayır ve yardım cemiyeti olan KIZILAY Başkanlığını yürütüyorsun, daha ne olsun Ali Ağabeyimiz.
Köyümüzün yakın tarihine baktığımda; o köy için emek vermiş Belediye başkanlarına, veya devlet dairelerinde çalışırken, dolayısı ile de olsa, o köy için yardımı olanlara ayrıca teşekkür ederim, ama Sizin Köyümüz ve sonrada Karaman’a yaptığın hizmetleri anlatmak çok zor.Çünkü onlar o kadar çok ki, ne anlatmakla ve nede yazmakla bitmez..Siz; aynı zamanda benim gözümde, hani Atatürk’ün görevlendirdiği, Türk Milletini ortaçağ karanlığından sıyırıp, aydınlığa çıkarmak isteyen,milletine kulluğu,köleliği değil, efendiliği layik gören Milli Eğitimcileri Mustafa Necati ve
Hasan Ali Yücel’in programları ile yetiştirilen, sonra o yıllarda çağın çok gerilerinde kalmış köylere,Köyümüze, bir güneş gibi doğarak, bildiklerinizi bizlere de öğrettiniz. Kısacası; siz ve hayatta kalmış arkadaşlarınız, o artık nesli de tükenmekte olan son eğitim temsilcileri de olduğunuz gibi, yaratanımızın Kur’anı Kerimde: “SİZİN EN HAYIRLINIZ, İNSANLARA ENÇOK YARDIMI OLANLARINIZDIR” sözlerinin de en büyük örneklerden birisiniz.
Ben önce bir Yeşildere’li ve sonrada Karamanlı olarak; o beldelere yapmış olduğunuz bitmez tükenmez hizmetlerinden dolayı, en derin ve samimi hürmetlerimi de sunarak, ellerinden öperken, genç sayılacak yaşta hayata veda eden kardeşiniz Yakup hocaya Allahtan rahmet, size de hayırlısından, daha nice sıhhat dolu yıllar dilerim