Günümüzde kentler, yeşilinden soyunan ve taşlaşan birer yerleşim alanları durumuna geldiler… Öyle ki; özellikle nüfusları milyonları çoktan aşan kentlerde, mutlu bir azınlığın dışında, adeta cehennem azabı çekiyor; zehir yiyor, zehir içiyor ve zehir kokluyoruz!
Çaocuklarımız, sabahın kör karanlığında okula gitmek için yollara düşüyorlar; servise binip okula gidiyorlar, okul çıkışı yine servise binip eve geliyorlar. Hafta sonlarında dershanelere, yaz tatillerinde ise başlarına birer türban saran kız ve erkek çocuklar, Kur’an kurslarına gidiyorlar.
Her yörede mantar biter gibi yerden fışkıran manzarası veren Kur’an kurslarında çocuklarımıza İslam öncesi Arabistan Yarımadası’nda kurulan Nabatlılar Devleti’nin alfabesi öğretiliyor! Nabatlıların alfabesini öğrenmeleri çocukların ne işine yarayacak acaba?
Bu çocuklar ne zaman, nerede ve nasıl oynayacaklar? Bunu düşünenler var mı? Bu kısır döngü içine giren çocuklarımızın çürümekte olduklarının farkında mıyız?
Çürüyen sadece çocuklar mı?
Kentlerde;
Açlık sınırındaki 16 milyon insan, yaşama tutunmaya çalışıyor,
İnsanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma kalmamış,
İnsanlar arasında iletişim yok olmuş,
Komşuluk ilişkileri bitmiş,
Oyun ve dinlenme alanları yok edilmiş,
Her tarafı karbon gazı sarmış,
Pahalılık almış başını gitmiş,
Organik yiyecekler ve doğal içecekler yok olmuş,
Protein yerini yapay yiyecekler almış,
Ev fiyatları ve kiraların fiyatları ayyuka çıkmış,
İş alanları tüketilmiş, bu nedenle de işsizlik artmış,
Trafik başlı başına bir sorun olmuş,
Çocuk istismarı ve kadın cinayetleri artmış,
Fiziki ve gürültü kirliliği doruk noktasına gelmiş,
Yaşanan tüm bu olumsuzlukların temelinde, ekonomik yetersizlik ve özellikle bu ekonomik yetersizlikten kaynaklanan ahlak çöküntüsü var…
Bütün bu göstergelere bakarak; kentlerde yaşamak değil, çile çekmektedir, diyorum.
Peki, bu çileden nasıl kurtuluruz?
SÜRECEK