Tarihten kültürel zenginliği; doğadan da güzellikleri alan ve tepeler üzerinde kurulmuş iki şehir Mardin ve Tunceli…
2004 yılında Mardin’e gittim. İki gün kaldım. Kalesini, camilerini ve kiliselerini gezdim. Sokaklarında dolaştım. Altın ve gümüş işleyen işyerlerinde çalışanları ilgiyle izledim. Bir kahvehanenin bahçesinde kürsüye oturup, çayımı yudumlarken, önümde Suriye’ye kadar uzayıp giden Mezopotamya Ovası’nı doyuncaya kadar seyrettim.
On dört yıl sonra bu kez, 10.07.2018 Salı günü saat 07.00’de, Bey Dağlarını arkada bırakıp, Elazığ’a doğru yol almaya başladık. Malatya’nın Kale İlçesi’nde, İnönü Üniversitesi tarafından işletilmekte olan Kale Göl Oteli’nde Karakaya Barajına bakarak, kahvaltımızı yaptık.
Elazığ’ı teğet geçerek, Keban Barajı’na geldik. Barajı feribotla geçip, Pertek İlçesi’nde Tunceli İl Sınırına ulaştık. 60 kilometre ilerledikten sonra, uzaklardan görülen Munzur Çayı, dağlara rengini vurarak, nazlı bir gelin gibi ilerlerken, hangi renkte bir çay olduğunu bir türlü kestiremedim.
Sol tarafta toz ve topraklar içinde görülen Munzur Üniversitesini geçip, Tunceli’ye ulaştık, şehire dönüşte girmeyi planlayıp, Munzur Çayı’nın kaynağı olan Munzur Baba Dergâhına doğru yol almaya başladık.
Ortada, kopkoyu yeşile zaman zamanda maviye dönüşen rengiyle Munzur Çayı, her iki yanlarda bulunan dağları yeşile boyayan ormanlık alanlardan 60 kilometre kadar devam ettik.
Düze çıktığımızda Ovacık İlçesine ulaşmıştık. Dağlar ve dağları yeşile boyayan ormanlar bitmiş ve yerlerini düz bir ovaya bırakmıştı. Ovacık’a geldiğimizde bu kez, bütün haşmetiyle Munzur Dağları yalçın ve çıplak olarak karşımıza çıktı.
Ovacık’ta dönüşte durmayı düşünerek, ilerlemeye devam ettik. Bir müddet sonra kaybettiğimiz Munzur Çayı ile tekrar buluştuk. Munzur Baba Dergâhına ulaştığımızda mahşeri bir kalabalıkla karşılaştık. Yaşlı, genç, çocuk, kadın, erkek, sanki sözleşmişler gibi dar bir alana toplanmışlar.
Çocukların cıvıltıları, tepelerdeki kaynaklardan aşağılara akarak Munzur Çayı’na düşen su seslerine karışıp, adeta müzikal bir armoni oluşturuyorlardı. Buz gibi bir yayık ayranı eşliğinde gözlemeleri yedikten bir buçuk saat sonra Tunceli’ye dönüş başladı.
Ovacık’a geldiğimizde Belediye Başkanı ile görüşmek istedik. Ne var ki, Başkan yerinde yoktu. Biz de belediye binasına yakın bir yerde vatandaşlarla sohbet ettik. Belediye Başkanı ve Belediye hizmetleri ile ilgili sorularımızı, güler yüzle
ve samimi bir şekilde yanıtladılar. Çok içten davrandılar. Misafir olmamızı istediler. Bir saat kadar kaldıktan sonra Tunceli’ye döndük.
Şehre girince yukarılara tırmandık ve merkezde durduk. Öyle bir şehir ki, adeta doğaya çağrıda bulunuyor ve soruyor: sen mi güzelsin; yoksa ben mi güzelim, diye.
O ne güzellik öyle. Aşağılarda sessizce akan Munzur Çayı, şehri ikiye bölmüş. Yeşillikler içinde iki tepede yerleşim yerleri, sanki ayrı ayrı Munzur Çayı’nı selamlıyorlar. Çok açık söylüyorum, bakmaya doyamadım…
Güneş, Munzur Çayı sularını kızıla boyamaya başladığı zaman, Tunceli’den ayrıldık. Keban Barajı’ndan feribotla tekrar Elazığ’a geçtik, Elazığ’a geldiğimizde güneş çoktan batmıştı.
Harput Kalesi’ne yakın bir lokantada akşam yemeğini yedikten sonra, gece yolculuğu yaparak, bir buçuk saat sonra Malatya’ya geldik. Malatya’ya geldiğimizde saat 23.15’şi gösteriyordu.
Ülkemizin her köşesi, binlerce yıldır oluşan kültür zenginlikleri ve doğa güzellikleriyle dolu; ancak her nedense, bu kültürel zenginlikleri ve doğa güzelliklerini görme ve yaşama şansımız fazla olmuyor…
Çok güzel ifadeler kullanılmış. kalemine ve yüreğine sağlık kemal amca. Tunceli'ye karşı ön yargıları olanların bence bu yazıyı okumaları gerekiyor ve ziyaret edip oranın havasını soluyup, suyunu içip, insanları ile sohbet edip öyle karar vermeleri gerekiyor diye düşünüyorum. tekrar teşekkür ediyorum.