DEVLET KURANLAR MI GÖMLEK DEĞİŞTİRENLAR Mİ? (4)

AKP, Recep Tayip Erdoğan’ın isteklerini gerçekleştiren bir siyasal kurum olarak algılanılmaya başlanıldı; yani AKP demek Recep Tayip Erdoğan demek noktasına gelindi adeta; bu nedenle de sürekli olarak yanlışlar yapılıyor kanaati yaygınlaşıyor.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra aşırı sağcılara (faşistlere) şans kazandıran şey eski rejimlerin ve bu rejimlerle birlikte eski hâkim sınıfların ve onların iktidar, nüfuz ve hegemonya makinelerinin çöküşü oldu.
Türkiye’de bu durum görülmedi; Atatürk’e diktatör diyenler, ülkemizde bir dikta rejiminin kurulmadığını bilmektedirler.
Türkiye’yi tehdit eden aşırı sağ (faşizm) değil, kökten dinciler olmuştur ve halen günümüzde de bu tehdit sürmektedir, denilebilir.
Son zamanlarda ülkemizdeki gelişmelere baktığımızda:
İster aşırı sağ (faşizm) olsun ister kökten dinciler olsun iktidara gelmede aynı yöntemi kullanmaya çalıştıklarını ve kullanabileceklerini tarih bize bunu göstermektedir.
Ülkemizdeki 14 yıldır yapılan siyasi alandaki uygulamalara baktığımızda; ister istemez Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da ortaya çıkan siyasi gelişmelerle bir benzerlik, bir paralellik var mıdır? Sorusunu sormak, bir gereksinim oluyor!
Ne İtalya’da ne de Almanya’da bol miktarda yapılan “sokağı ele geçirme” ve “Roma’ya yürüyüş” retoriğine rağmen, bu iki faşist devletin ikisinde de faşizm “iktidarı fethederek” başa geçmedi. Her iki örnekte de faşizm, eski rejimin suç ortaklığıyla, aslında (İtalya’da olduğu gibi) inisiyatif göstermesiyle, yani “anayasal” biçimde iktidara geldi.
Faşizmin yeniliği, bir kez iktidara geldiğinde eski siyasal oyunları reddetmesi ve fırsat bulduğunda iktidarı tam olarak ele geçirmesiydi. İktidarın tam olarak devralınması ya da bütün rakiplerin tasfiye edilmesi İtalya’da ( 1922-28) Almanya’dakinden ( 1932-33) daha uzun sürdü, ancak iktidar bir kez ele geçirildiğinde karakteristik biçimde üstün bir popülist “önder’in (Duçe, Fuhrer) engelsiz diktatörlüğü haline gelen şey üzerinde artık hiçbir iç siyasal sınıflama olmadı. (1)
Birkaç aydır, ülkemizde bütün sorunlar çözüldü ya da hiç sorun yokmuş gibi ortaya bir başkanlık tartışması atıldı.
Ülke gündemine atılan bu başkanlık tartışmasının temel amacı, ülkenin ve toplumun geleceğinin başkanlık sistemi ile daha iyiye gideceği midir?
Bu tartışmalar, gerçekten bunu gerçekleştirmek gayretleri midir?
Ülkede gece gündüz başkanlık ekseninde yapılan tartışmalar bunun için midir acaba?
Bir AKP milletvekili tarafından yapılan; “Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlının reklam arasıdır,” değerlendirilmesinin ışığında soralım
Bu tartışmalar:
Cumhurbaşkanlığı yerine; devlet başkanlığı…
Parlamento sistemi yerine; başkanlık sistemi…
Cumhurbaşkanı yerine; devlet başkanı…
Çankaya Köşkü yerine; Ak Saray…
Siyasal parti yerine; tek adam…
Cumhuriyet yerine; meşrutiyet…
Türkiye Cumhuriyeti yerine; Osmanlı…
Vb. değişiklikleri, gerçekleştirmek için mi yapılmaktadır?
Vb. değişiklikleri istemek, neyin nesidir?
Bu değişiklikler, neyi işaret ediyor?
Bu değişiklikler, ülke ve toplumun geleceği için midir?
Yoksa tek bir kişinin iktidarını kalıcı kılmak için midir?
(1) Eric Hobsbawm, KISA 20. YÜZYIL 1914-1991 AŞIRIKLAR ÇAĞI S: 169
SÜRECEK
YORUM EKLE

banner284