Aslinda bu heyecan, Arzu’nun yasadigi ilk heyecani da degildi. Çünkü Arzu, okuldan mezun olduktan bir ay kadar sonra, is bulmak için girisimlerde bulunmayi kararlastirdi. Öncelikle Türkiye’de isi ile ilgili çalisabilecegi yerleri saptadi. CV’ sini özenle hazirlayip, çalisma yapabilecegi yerlerin mail adreslerine gönderdi.
Is bulma konusunda ümitliydi. Maden mühendisi oldugu için çalisacagi yerler ve ortamlar önemliydi. Metrelerce yerin altinda ya da dag baslarinda çalismasi zor olurdu. Ayrica bulundugu kentten de fazlaca uzaklasmayi düsünmüyordu. Çalisma istegini arkadaslarina da bildirdi ve onlardan da is bulma konusunda yardimci olmalarini istedi. Girisimlerini tamamladi, sabirla beklemeye basladi.
Is görüsmeleri için çagirilmasini beklerken, on bes gün sonra, ilk görüsme istegi memleketinden ve ismini hiç duymadigi bir kurulustan geldi. Arzu, bu kurulusun arastirmasini yapmadan, heyecanina kapildi ve belirtilen adrese gitmek için erkenden uyandi.
Arzu, önce saçlarini düzeltmeyi düsündü; sairin, “Süleyman Efendi nasirindan çektiklerini baska hiçbir seyden çekmedi,” dedigi gibi Arzu’da saçlarindan çektigini hiçbir seyden çekmedi.
Arzu, küçük dalgali saçli, uzun boylu, esmer, güler yüzlü, hosgörülü, arkadas canlisi, ailesini ve akrabalari ile komsularini seven ve onlarin yardimlarina her halinde kosan ve çözümler bulmaya çalisan, ayrica erkekleri cezbeden bir güzellige de sahip.
Arzu, ailesinin yillar önce Balkanlardan gelerek yerlestigi Ege Bölgesi’nde sahil kasabalariyla ünlü sirin bir vilayette liseyi bitirdikten sonra; yine Ege Bölgesi’nde bulunan bir vilayette de üniversite egitimini tamamladi.
Ancak istedigi ve yeteneklerini gelistirecegi alanlarda egitim göremedigi için sürekli olarak yarinlara dönük ümitlerini istedigi gibi içinde yesertemedi. Bu nedenle de zaman zaman kendisini ümitsizligin pençesinde hissetti.
Arzu’nun caninin sikça sikilmasinin bir nedeni de bu dalgali saçlarina nasil sekil verecegi idi. Bu gün de erken saatten itibaren, saatlerce banyoda aynanin karsisina geçip nasil sekil verecegini düsünmeye basladi.
Saçlarini aynanin karsisinda saga sola çevirmeye baslayip ne yapacagini ve saçlarinin nasil olmasi gerektigini denerken; ayni zamanda ne giyecegini, neleri konusacagini ve görüsme yerine nasil gidecegini düsünürken, annesinin:
Arzu erkenden yine saçlarinla oynamaya baslamisin, nereye gidiyorsun? Sorusuna, cevap vermedi. Annesini soruyu tekrarlamasi üzerine Arzu:
Bir arkadasimla bulusacagim, dedi.
Annesi:
Kim bu arkadasin?
Arzu:
Sen tanimazsin.
Annesi:
Neden tanimayim, kimmis bu arkadasin?
Arzu:
Tanimazsin dedim ya, bir erkek arkadasim.
Annesi:
Nerede o günler? Yasin otuzuna giriyor; korkarim, basimizda kalacaksin
Arzu gülerek:
Merak etmeyin, kisa zamanda kurtulacaksiniz benden, dedi.
Arzu, saçlarini sikça yaptigi gibi arka tarafinda topladi, gözlerine de rimel ve far sürdü, yeni aldigi kot pantolonunu ve üzerine de pembe gölegini giydi. Evden çikmadan önce aynaya her iki tarafina da dönerek bir kez daha bakti, evden büyük bir heyecanla çikti.
Görüsme yerine otobüsle gitmeye karar verdi ve nasil ve neler konusacagini düsünürken, gelen otobüse bindi. Karsisinda oturan kirk yaslarindaki erkegin sürekli bakislarindan rahatsiz olan Arzu, camdan disariya bakmaya basladi ve görüsme yerinden önceki ve Merkez Camisinin karsisinda olan durakta indi, yürürken hafifçe üsüdügünü hissetti ve hava epeyce serinlemis, daha korunakli giysiler giymeliydim diye düsünerek, görüsme yerine geldi.
Üç katli eski bir binaya girdi, sag taraftaki “Mermer Üretimi” yazili tabelada buranin ikinci katta oldugunu gördü.
Merdivenlerden ikinci kata çikan Arzu, uzunca bir koridorun sagli sollu iki yaninda olan bürolardan sol taraftaki dördüncü büronun önünde durdu, aradigi yer burasi idi.
Arzu, kapiyi açti ve tam karsisinda masanin üzerindeki bilgisayara kapanmis gibi duran; saçlari daginik, gögsüne takilan ve ne oldugu belli olmayan madeni
bir zincirin ucunda sallanan bir kolye ve çok daginik bir elbise içinde; orta yasli sarisin bir bayan, basini bilgisayardan kaldirarak Arzu’ya bakti, biraz bekledikten sonra:
Ne istediniz? diye sordu.
Biraz tereddüt eden Arzu:
Is görüsmesi için geldim, dedi.
Kadinin sol taraftaki büyük kapiyi göstermesi üzerine Arzu, kapiya yöneldi, kapiyi açti ve içeriye girdi, kendisine bakan adama:
Is görüsmesi için geldim, dedi.
Oturdugu genis koltuga adeta gömülmüs ve önündeki bilgisayarin arkasinda kaybolmus gibi oturan adam, büyükçe burnuna tam oturmamis gözlüklerinin üzerinden Arzu’ya bakarak oturmasini isaret etti.
Arzu, adamin sag tarafina yani kendine göre masanin sol tarafina oturdu, adama daha yakindan bakinca hafifçe ürperdi.
Arzu, sessizligi bozmak ister gibi:
Dün telefon görüsmesi yapmistik, dedi.
Adam, iki elini de hafifçe yukariya kaldirarak:
Evet, Arzu degil mi? dedi ve devam etti, daha önce nerelerde çalismistin? diye sordu.
Arzu, kizardigini, hafifçe gözlerinin karardigini ve basinin döndügünü hissetti. Birkaç saniye adamin yüzüne bakarak:
Is deneyimim yok, dedi. Içinden adam deli mi ne? diye de düsündü.
Adam hiçbir sey söylemeden önündeki bilgisayara bakmaya basladigi sirada kapi açildi, elindeki bardagi Arzu’nun önündeki sehpaya birakan kadin:
Size portakal suyu getirdim, dedi.
Arzu, kadinin yüzüne bakarak, tamam anlaminda basini öne birkaç kez egerken, içinden de bu sogukta portakal suyu mu içilir? dedi.
Basini bilgisayardan ayirmayan adama Arzu:
CV’ imde is deneyimimim olmadigini belirtmistim, diye kizdigini belirtmeye çalisti.
Basini bilgisayarindan kaldiran adam, yuvalarindan firlar gibi iri biçimsiz gözleriyle Arzu’ya anlamsiz bakarak:
Belki baska sekilde anlasiriz diye düsündüm, dedi.
Arzu, bu sözler karsisinda son derece ürktü ve adamin bir bosluk aradigini ve o boslugu buldugunda da aç kurtlar gibi kendisine saldiracagi hissine kapildi; hiçbir sey söylemeden odadan ve binadan adeta kosarcasina kendisini disariya, sokaga birakti.
Sokaga çiktiginda meydana dogru yürümeye baslayan Arzu, nerede ve ne yaptigini bilemez bir durumda iken; basinin döndügünü, gözlerini karardigini ve ayaginin altindan topragin kaymakta oldugunu hissetti.
Arzu, dengesini saglayip, düsmemek için ellerini irade disi iki yana açti; yoldan geçenler, Arzu’nun ellerine çarpip geçerken dönüp Arzu’ya bakmalari üzerine Arzu, ellerini bu kez yukariya kaldirarak, kendisine çarpanlardan özür diledi.
Bulundugu yerden hizli adimlarla ayrilmaya baslayan Arzu, Merkez Camisinin önündeki durakta yillardir bulunan simit saticisini hatirladi, aciktigini hissetti ve biraz daha hizlandi.
Aldigi simidi koparmaya çalisirken, sol omzuna bir elin dokundugunu anladi, dönüp bakti, bu üniversiteden arkadasi Özge idi.
Arzu, özgürlügüne kavusan bir müebbet mahkûm gibi Özge’ye sarildi ve uzunca bir süre öyle kaldi.
Özge, Arzu’yu bitkin ve yorgun olarak görünce sasirdi ve elinde olmadan çiglik atar gibi ne oldu Arzu, hasta misin? diyerek, düsmek üzere olan Arzu’nun koluna girdi ve gel bir yerde oturalim diyerek, yakindaki bir pastaneye birlikte girdiler.
Özge, Arzu ile ayni üniversitede, ayni yurtta ve ayni odada birlikte kaldi. Hukuk okuyan Özge, dört yilda okulu ve iki yilda da avukatlik stajini bitirdikten sonra avukatlik yapmaya basladi.
Özge’nin ailesi de Balkanlardan gelip bu vilayete yerlesenlerdendi.
Özge, Arzu’nun gözlerine bakarak:
Okulu bitirdin mi Arzu? diye, sordu.
Uykudan uyandirilan ve uykusunu alamamis bir çocuk gibi basini masanin üzerinden kaldiran Arzu:
Evet, bir ay kadar oldu, dedi.
Gözleri parlayan Özge:
Çok sevindim Arzu, anlat bakalim bu ne hal böyle, ne oldu? diye sordu.
Özge’nin gözlerine uzunca bakan Arzu, konusmasina baslamadan dudaklari titremeye baslayinca bir süre durakladi, basini önüne egdi ve kizarak:
Daha ne olsun Özge? Is görüsmesi için gidiyorsun, adam sana deneyimin var mi diye soruyor; be adam siz bana is mi veriyorsunuz ki, benim is deneyimi olsun? dedi. Ben is deneyimini nasil kazanacagim? diye de Özge’ye sordu.
Özge, Arzu’nun ellerini avuçlarina alarak:
Sen iste bulacaksin, is deneyimin de olacak, bunlari dert etme Arzu, dedi.
Gülüstüler.
Yanlarina gelen garsona daha sonra diyen Özge:
Arzu senin yakisikli nasil, evlilik için bir gelisme var mi? diye sordu.
Bir firtinaya ugrayip alabora olan bir deniz gibi yüzü kizaran, moraran Arzu:
Bitti, dedi.
Bir sey anlayamayan Özge:
Nasil, ne demek bitti? diye sordu.
Kararli bir tavirla Arzu:
Bitti iste. Cani sag olsun. Birkaç arkadasla okul kantininde iken beyefendi yaninda bir kizla sarmas dolas geldi; hiçbir sey yokmus gibi birde yanimiza gelip oturmaz mi?
Arzu henüz sözünü bitirmeden Özge:
Nasil olur Arzu, bu çocugu çok tutuyordun? diye heyecanla sordu.
Kendini toparlamaya çalisan Arzu:
Bende öyle tahmin ediyordum ya Özge, dedi.
Arzu’nun yüzünden gözlerini ayirmayan Özge:
Bos ver gitsin Arzu, böylesi insanlar yaramaz, dedi.
Sinirli bir durumda gülmeye baslayan Arzu:
Neye gülüyorum biliyor musun Özge; evde annem, okulda ilkokul ögretmenim, hayatta bir erkek arkadas simdi de isveren; hepsi motivasyonumu bozmak için adeta anlasmislar gibi elbirligiyle sifirlamaya çalisiyorlar. Evde aktifi ve pasifi
ne oldugu ve ne yaptigi ve de ne yapacagi belli olmayan; insanlara tepeden bakan, kibirli, hiçbir sey bilmedigi halde her seyi bildigini iddia eden, hiçbir arkadasi ve de dostu olmayan, bencil, ilgisiz ve geçimsiz, ruh gibi bir de baba.
Sag elini Arzu’ya dogru uzatan Özge:
Neler düsünüyorsun böyle Arzu? dedi.
Basini iki yana sallayan Arzu:
Ailede çocuk yetistirme; egitimde de yetenek gelistirip, yetenekli insanlar yetistirme hep kara düzen ve anadan atadan kalma yöntemler, dedi. Özge’nin yanit vermedigini görünce anlatimini sürdürdü:
Hani insanlarin dogumdan gelen bilgi edinme ve üretme motivasyonlari vardi? Bunlar törpülene törpülene yok edildi. Annen; kizim onu giyme, kizim oraya gitme, kizim onlarla konusma; ögretmen ne gülüyorsun, ne konusuyorsun, nereye bakiyorsun? Çildirmak elde degil Özge, dedi.
Özge biraz sessiz kaldiktan sonra:
Haklisin Arzu, dedi.
Kisa bir sessizlikten sonra gülmeye baslayan Arzu:
Neye gülüyorum biliyor musun Özge mevsim kis kadin bana portakal suyu ikram ediyor, bu insanlar sasirmislar vallaha! dedi.
Heyecanlanan Özge:
Onu içmedin degil mi Arzu? diye sordu.
Ne oldugunu anlayamayan Arzu:
Içmedim, ama neden heyecanlandin böyle? diye sordu.
Heyecanini sürdüren Özge:
Onlarin içine ilaç atip, insanlari uyusturuyorlar, dedi.
Özge’ye dikkatle bakan Arzu:
Oda da bir kapi vardi, hatta bu kapi da ne böyle diye de düsünmüstüm, dedi.
Arzu’nun sözünü kesmeye çalisan Özge:
Bununla ilgili bir davam var, emniyette bu konuda son derece hassas davraniyor; bu ve benzeri olaylar maalesef çogaliyor Arzu dedi ve Arzu’nun konusmasina meydan vermeden konusmasini sürdüren Gamze:
Arzu emniyette güven duydugum kisiler var, bu durumu onlarla paylasacagim, bir müddet gözetim altinda tutsunlar, dedi.
Bir eliyle saçlarini düzeltmeye çalisan Arzu:
Anlattiklarin karsisinda alabora oldum Özge, dedi.
Saatine baktiktan sonra Arzu’ya gülümseyen Özge:
Arzu gitmem gerekli, birazdan bir müvekkilimle bulusmam gerek, dedi ve vedalastilar.
Arzu, savas kaybetmis bir komutan gibi yorgun ve ezik bir durumda evine dogru yürüdü.
Eve geldiginde yorgun ve bitkin durumda olan Arzu, kimseye görünmeden odasina kapandi.
Birkaç gün sonra; is görüsmesinin sarsintisini üzerinde hissetmeye baslayan Arzu, bütün gücünü olanlari unutmak için seferber ederek, etrafina özellikle de annesine içinde bulundugu huzursuzlugu belli etmemeye özen gösterdi.
Çabalari sonrasinda, is görüsmesinin yarattigi travmadan kisa sürede kurtulan Arzu, günler ilerledikçe bu kez de kendisini kapana kisilmis gibi hissederek, evden hatta odasindan bile çikmamaya basladi.
Arzu, sadece yemek için odasindan çikti ve sadece küçük kardesiyle konustu, sakalasti ve espri yaptiktan sonra tekrar odasina kapandi ve dört gün bu sekilde geçirdi.
Arzu, birkaç gün içinde is görüsmesi yaptigi odadaki kapiyi ve portakal suyunu hatirlamaya ve her hatirlamasindan sonra da irkilmeye ve korkmaya basladi; daha fazla yalniz kalmak istemedi ve özellikle de annesiyle birlikte olmayi istedi.
Oldukça sikilan Arzu, son günlerde bir de telefon konusmalarina basladi; öyle ki; bulundugu ortamlarda basini telefondan kaldirmayan Arzu, yakinlarinin elestirilerine: “bana ailem bile karismiyor,” seklinde savunmaya geçerek, yakinlarini, büyüklerini ve sevenlerini kirip, bir nevi telefon bagimlisi durumuna geldi.
Çöl ortasinda susuz kalip, su bulmak için o tepe senin bu tepe benim kosan Arap fellahlari gibi, her telefon çalisinda; ön balkon ve arka balkon Arzu’nun kosusturdugu ve saatlerce telefon konusmalarini yaptigi yerler oldu.
Konustuklari kisiler, çogunlukla okuldaki erkek arkadaslari ve Arzu’nun birkaç kiz arkadasinin erkek arkadaslari idi. Arzu, bu konusmalarinda nazik ve karsisindakini kirmak istemeyen bir üslup kullaniyor; ne var ki karsisindaki bazi erkeklerin saçma sapan konusmalari ve bazi önerileri anlamsiz bulmasina karsin, Arzu, konusmalarini sürdürdü.
Arzu, çokça kullanmadigi halde can sikintisindan olsa gerek, elbise almayi düsündü, annesiyle görüstükten sonra magazalari dolasmaya basladi. Birkaç denemeden sonra aradigi elbiseyi bulan Arzu, ben bu elbiseyi neden aldim ki, diye düsündü ise de içinde ilik bir rüzgâr gibi bir sevincin oldugunu hissetti.
Eve geldiginde heyecanla aldigi elbiseyi giyen Arzu, aynanin karsisina geçip, söyle kendisine bir bakip, gögüslerim ne kadar dik ve canli görünüyor, diye düsündü, biraz daha ayakta kaldiktan sonra yoruldugunu anladi.
Yakinindaki divana oturup; önce sol bacagini, sonra da sag bacagini yukari kaldirip, bacaklarim da ne kadar pürüzsüz ve güzelmis, bunlari elbise ortaya çikardi diye düsünüp, ayaga kalkti ve diz kapaklarinin üzerindeki elbiseye hafifçe egilip bir kez daha bakti.
Telefonun sesiyle kendisini toparlayan Arzu, telasla telefonu açti. Arayan arkadasi Özge idi. Arzu, ögrencilik yillarinda sikça gittikleri heykel karsisindaki pastanede bulusmalarini isteyen Özge’ye tamam dedi ve sevinmeye basladi; aldigi elbiseyle gitmeyi düsündü, havanin serinligini hatirladi; üzerine bir akrabasinin hediye ettigi türkuaz renkli sali giymeyi planladi.
Arzu, pastaneye yaklastikça içinde nedenini bilmedigi bir ilik heyecan rüzgârinin esmeye basladigini hissetti; acaba elbise mi bende böyle heyecanlar yaratiyor, diye düsündü ve böyle görgüsüzlük olur mu diye de yanitini da kendisi verdi.
Pastaneye girdiginde, Özge’nin kendisine hayranlikla baktigini gören Arzu, ne var dercesine göz kirparak, Özge’ye güldü.
Kucaklastilar, birkaç saniye de öyle kaldiktan sonra Özge:
Dur söyle sana bir bakayim, bu ne güzellik böyle, bu ne güzel bir elbise böyle? Yillarca bir pantolon ve gömlege bu güzellikleri hapsetmissin, güzelim benim, dedi.
Özge’nin bu sözleri içindeki heyecani artiran Arzu, sadece yüzünün degil gözlerinin de güldügünü gördügü Özge’nin iki elinden tutarak sandalyeye oturtup:
Senin güzelligin de dillere destan Özge’cigim, dedi, ve sandalyesine oturdu.
Kisa bir sessizlik olduktan sonra Özge:
Nasilsin Arzu, biraz rahatladin mi? diye sordu.
Arzu gülerek:
Geçti geçti, dedi. Gülerek, hayirdir Özge? diye sordu.
Özge, ürkek ve çekingen bir ruh hali içinde, dudaklarini isirarak:
Arzu sana bunu bu günlerde anlatmam dogru olur mu bilmiyorum ama; benim en yakin arkadasim sensin; önce seninle paylasmak istedim, dedi.
Arzu, merek içinde ve gülerek:
Tekrar hayirdir Özge? diye sordu.
Özge, çekingen tavrini sürdürerek:
Çoktandir bir avukat dikkatimi çekiyordu; O’nun da benimle ilgilendigini hissediyordum, dedi.
Içinden bir seylerin akip gittigini hisseden Arzu, heyecanla:
Bak hele, anlat bakalim neler oluyor? Güzel Özge diye sordu.
Özge, Arzu’nun gözlerine bakarak, konusmasini sürdürdü:
Dün yemege çiktik; bana açildi, sicak ve samimi buldum; birbirimizi yakindan tanimak için karar aldik, dedi.
Ellerinin titredigini hisseden Arzu, Özge’yi kiskanmaya basladi, bunu da hissettirmemek için ezik ve yapay bir gülüsle:
Çok sevindim Özge, dedi.
Özge, Arzu’nun sol elinin üzerine birkaç kez vurarak:
Sag ol Arzu, dedi.
Bir süre sessizce birbirlerine baktilar, sessizligi bozmaktan korkan Asli usulca:
Ne güzel, ne güzel Özge, tebrikler diyebildi.
Bir müddet disariya baktiktan sonra Gamze’ye bakan Arzu:
Özge, üsümeye basladim, izninle gitmek istiyorum, dedi.
Vedalastilar.
Içini saran bir sizinin artmasini hisseden Arzu, ayrildigi erkek arkadasini hayal etti, burukladi, kendisini son derece güçsüz hissetmeye basladi; basi döndü, kendini toparlamak için bir vitrinin önünde durarak, teshir edilen giysilere bakti, gülümsedi. Demek, bütün güzelliklerim ortaya çikti öylemi? diye düsündü.
Birkaç adim attiktan sonra bir kisinin kendisini takip ettigi kuskusuna kapildi. Biraz daha ilerledi, kösedeki magazanin yan tarafina geçince, bu kisinin telaslandigini ve hizli adimlarla bulundugu yere dogru geldigini gördü. Iki dükkân ilerdeki kitapçiya girdi, disariya bakinca, kisinin karsi kaldirimda
etrafina bakarak ve yavas adimlarla ilerledigini görünce rahatladi. Kitap almak istedi ve kitaplara bakmaya basladi, ancak baktigi kitaplarin ne oldugunu bile anlamiyordu; düsüncesinin, ayrildigi erkek arkadasi ve Özge’nin anlatimlarina çakilip kaldigini anladi.
Kitapçidan üç kitap alan Arzu, evlerine dogru giderken, Özge’nin anlattiklarini ve ayrildigi erkek arkadasini düsünmekten bir türlü kurtulamadi ve hüzünlendi.
Eve geldiginde ilk olarak acele bir sekilde elbisesini çikaran Arzu, çikardigi elbisesine: seni bir daha giymeyecegim, diyerek, yakinindaki kanepenin üzerine firlatti.
Ev islerinde annesine yardimci olmaktan kaçinan Arzu, aldigi kitaplari okumaya basladi; okudugu kitaplardan hiçbir sey anlamadigi anlarda da; küçük kardesini çagirip onunla saatlerce kâgit oyunlarindan oynadi; saatlerce telefon konusmalari yapti; eriyip giden zamanini günlerce böyle geçirmeye basladi.
Içindeki sikinti her geçen gün biraz daha artan Arzu, havanin oldukça soguk olmasina karsin sikça disariya çikmaya basladi; geçtigi yerlerde ayrildigi erkek arkadasi ile birlikte hissederek, o günlere kadar hiç görmedigi yerleri dolasip, yoruldugunu anladigi zamanlarda da eve dönüsler yapti.
Arzu, küçük kardesini almaya gelen servis aracinin gürültüsüyle uyandi, divanin üzerine oturdu, hala yorgunum diye düsündü. Ayaga katliginda, pencereden kar yagisini gördü, kar altinda ne güzel yürünür diye düsündü; giyeceklerinin seçimini yaparken, bilgisayar masasinin üzerindeki telefonu çaldi.
Sabah sabah kim bu densiz? Bunlara bu kadar yüz vermemeliyim diyerek, telefonu açti; telefonda bir bayan, is görüsmesi için aradigini, en kisa zamanda görüsmek istediklerini bildirdi. Neye ugradigini ve bayanin neler söyledigini anlamakta zorlanan Arzu, isin nerede ve ne oldugunu ögrenince, çocuklar gibi sevindi.
Arzu, yasadiklari vilayetin disindan aranilmisti ve çalisacagi yer de bir çimento fabrikasi idi.
Heyecanla üzerine takistirdigi bir hirka ile dogruca mutfaga giden Arzu, kahvalti hazirlamaya basladi, sen sakrak bir durumda hiç farkinda olmadan alçak seste sarkilar da söyledi; kendinden öylesine geçti ki, annesinin mutfaga girdiginin bile farkinda olmadi.
Mutfaga giren annesi Arzu’yu bir müddet seyrettikten sonra:
Hayirdir, rüyanda mi korkuttular? diye sordu.
Annesinin boynuna sevinçle sarilan Arzu:
Is görüsmesi için aradilar, bir çimento fabrikasinda çalisacagim, yalniz burada degil; büyük sehre gidecegim, dedi.
Arzu’nun yüzüne bakan annesi gülerek:
Ne güzel, nihayet kurtulacagim senden; baskalarinin anneleri çocuklari geldigi zaman sevinir; ben, kizim gidecek diye seviniyorum, dedi.
Arzu, annesinin yüzünden bir kesme alarak, odasina geldi, bilgisayardan gidecegi yerin kaç kilometre ve kaç saat oldugunu ve otobüs firmalarinin telefon numaralarini ögrendi.
Gece yarisina dogru otogara gelen ve gece yarisinda da hareket eden otobüse binen Arzu, otobüsün hareket etmesiyle birlikte; kendisini bütün yüklerinden kurtulmus özgür bir kus gibi hissetti, uyumak yerine hayallere dalmaya basladi; annesinin çoktandir istedigi mutfak masasini almayi; kardeslerinden üniversitede okuyanlara parasal yardim yapmayi, küçük kardesine de begendigi kazagi, hatta iki kazagi birden almayi hayal etti.
Otobüs ilk mola yerine geldigi halde Arzu, hayallerinin kucaginda bir salincakta sallanir gibi birinden digerine gidip geldi. En son hayali de çalisacagi yerde kendisiyle birlikte çalisacagi kisilerle üretimi nasil artiracaklari idi.
Büyük sehre geldiklerinde aciktigini hisseden Arzu, otogardaki kahvede bir simit ve iki tanede gravyer peynir aldi, bir de çay istedi.
Çayi getiren babacan görünümlü yaslica adam, çayi masaya birakirken;
Hayirdir kizim, nereye böyle? diye sordu.
Çayindan bir yudum alan Arzu:
Çimento fabrikasina çalismak için görüsmeye geldim, dedi.
Arzu’yu dikkatlice dinleyen adam:
Aman kizim dikkatli ol, buranin insanlari pek tekin degillerdir, dedi.
Anladim anlaminda basini öne arkaya sallayan Arzu:
Fabrikaya nasil gidebilirim? diye sordu.
Adam:
Otogar taksileri güvenlidir, ister misin? diye sordu.
Arzu, gelen taksiye binmeden önce annesini arayarak, taksinin plaka numarasini verdi ve fabrikaya dogru gittigini, bildirdi.
Is yerine erkenden gelen Arzu, görüsme yapacagi kisiyi beklerken, ikram edilen çayi adeta bir yudumda bitirip, bir çay daha istedi.
Arzu’nun iki saat kadar beklemesi nedeniyle sikilmaya basladigi sirada, Arzu’nun yanina gelen bir bayan:
Müdür bey sizi bekliyor, dedi.
Arzu, kendisine gösteriden kapidan odaya girdiginde, ayakta elindeki dosyaya bakmakta olan adam, Arzu’ya bakarak:
Buyurun, oturun, dedi.
Arzu, gösterilen yere otururken, ne kadar yakisikli ve genç bir adam, diye düsündü.
Elindeki dosyayi masanin üzerine birakan adam, Arzu’ya:
Buyurun, ne istemistiniz? diye sordu.
Böyle bir soruyu beklemeyen Arzu:
Maden mühendisiyim, dün fabrikanizdan bir bayan beni aradi, bu gün için is görüsmesi yapmamiz için gelmemi söyledi, bu nedenle geldim, dedi.
Masanin üzerindeki dosyaya bakan adam:
Burada bayan mühendisler çalisamaz, biz erkek mühendis ariyoruz, dedi.
Neye ugradigini anlayamayan Arzu, bir ok gibi ayaga kalkip, odayi terk etti ve koridorda hizla giderken:
Bu insanlarin kafalari, kadini erkegi ayirt edemeyecek kadar sulanmis; bu insanlarin hepsi delirmis, burasi bir timarhane olmus, diye yüksek sesle konusarak, disariya çikti.
Arzu, kendisini buraya getiren taksiciyi arayarak, gelip almasini istedi.
Hiç tanimadigi yerde uykusuz ve yorgun bir durumda ne yapacagini bilemez bir durumda dolasmaya baslayan Arzu, üsüdügünü ve aciktigini hissetti ve buldugu ilk pastaneye girdi, uzunca bir süre burada kaldiktan sonra, otogara gitmek üzere pastaneden ayrildi.
Arzu, otobüs biletini aldi ve hareket saatini beklemeye basladi.
Arzu, otobüsün hareket etmesiyle, agir bir yük tasidigini hissetti, umutlarinin böyle bitmis olmasini bir türlü içine sindiremedi; soförün otobüsün isiklarini söndürmesi üzerine uyumak istedi, ön koltuga egildiginde, koltugun arka sepetinde bir gazete gördü, merak etti, gazetede 8 Mart Dünya Kadinlar hakkinda bir yaziyi gördü. Demek ki bu gün kadinlar günü ha diye düsünen Arzu, yaziyi okumaya basladi.
8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ VE KADINLAR
Tarih öncesi dönemlerde, erkek ve kadin arasinda yapilan isbölümünde toplayici olan ve erkekle sosyal ve ekonomik alanlarda esit durumda olan ve Ilkçag’da da kölelestirilen kadin, Kilise tarafindan Ortaçag boyunca ve Yeniçag’in ortalarina kadar bir cadi olarak degerlendirilmis, engizisyonun verdigi kararlarla da binlercesi ateste yakilmis ve giyotinde can vermistir.
Asirlardir, Müslüman olduklarini ileri süren erkekler, Islamiyet’i kendi çikarlarina araç ederek, kadinlari ikinci sinif kategorisine katip, kendi egolarina köle yapmislardir.
Oysa Islamiyet özgürlük demektir; Islamiyet, özgürlesmek için mazlumun zalime karsi mücadelesi demektir.
Islamiyet, kadin erkek ayrimini ve siniflasmayi da ret ederek; sinifsiz ve sömürüsüz bir dünyayi vaat eder.
Farkli cografyalarda, farkli dinlerde yasayan ve farkli düsüncelerin mahkum ettigi kadinlarin ekonomik ve sosyal yasamda varliklarini hissettirmeleri, çalisma kosullarinin iyilestirilmeleri ve emeklerinin karsiligini alabilmeleri yönündeki mücadeleleri, 19. uncu yüzyilin ortalarinda baslamistir.
Kadinlar bu alanlardaki ilk eylemlerini, ABD’nin New York kentindeki Cotton tekstil fabrikasinda yaptilar. Bu eylemde yeterli sonuç alamadilar. Ancak eylemlerini 8 Mart 1908 günü greve giderek sürdürdüler. Eylem sirasinda fabrikada çikan bir yanginda 129 kadin hayatini kaybetti. Kadinlarin eylemleri, ayni yil diger sanayi kollarinda da kendisini gösterdi.
Ülkemizde, 1921 yilinda, “Emekçi Kadinlar Günü” olarak kutlanmaya baslanilan 8 Mart, 1975 yilinda ise daha da yayginlasmistir.
“Birlesmis Milletler Kadinlar On Yili” programinda Türkiye’de etkilenmis ve 1975 yilinda, “Türkiye 1975 Kadin Yili” kongresi yapilmistir.
8 Mart 1984 yilindan itibaren ülkemizde, çesitli kadin örgütleri tarafindan, Dünya Kadinlar Günü kutlanmaya baslanmistir.
19.uncu yüzyilin ortalarindan günümüze gelinceye kadar, dünyada ve ülkemizdeki kadinlar; esitlik, bagimsizlik, ekonomik, sosyal ve politik haklar, daha iyi çalisma ve yasama kosullari elde etmek için mücadeleler vermekte ve çalismalar yapmaktadirlar.
2015 yilinin 8 Mart Dünya Kadinlar Günü yasandigi bu günlerde kadinlarin durumlarina bakalim:
Bosna’da, Makedonya’da, Irak’ta, Suriye’de ve diger yörelerde milyonlarca kadin ve çocuk denecek yastaki kizlar, tacizlere ve tecavüzlere ugradilar, dul kaldilar aç, fakir ve yoksulluga mahkûm edildiler.
Ülkemizdeki kadinlarin durumlarina gelince;
15-25 yas arasindakilerden %60’i egitim almiyor,
Dört milyonu okuma yazma bilmiyor,
Her üç kisiden biri siddet görüyor,
Siddete ugrayanlarin orani sekiz yilda yüzde bin dört yüz artiyor.
Ayrica kadinlarimiz;
Hakarete ugruyor, namus ve töre ugruna öldürülüyor,
Sürekli tacize, tecavüze ve cinsel istismara ugruyor,
Sokak ortalarinda kursunlanarak öldürülüyor,
Bogazlari ve bacaklari kesilerek bedenlerinden ayriliyor,
Parçalanan bedenleri çöp bidonlarina atiliyor,
Ülkemizde kadinlarin elde ettikleri 1926 medeni ve 1930-1934 siyasi haklar, her ne kadar yasalarla güvence altina alinmissa da; yasalar karsisinda esit olmak pratik yasantida yeterli olmuyor. Zira kadinlarimizin öz güvenleri gelismemistir. Bunun nedeni kadinlarimizin emirlerle, tehditlerle, baskilarla, yasaklarla ve korkularla yönlendirilmis olmalaridir.
Kadinlarimizin bu tür davranislara boyun egmemeleri için; gerek sosyal hayata, gerek siyasal hayata, gerekse ekonomik hayata hazirlanmalarinda bilinçlendirilmeleri gerekir.
Ülkemizde, kadinin degerini, kadin kendisi bilecektir. Hiç bir kurulusun ve kisinin reklâm araci olmayacaktir.
Dilegim: kadinlarimizin her türlü taciz ve siddetten arindirilmis, her türlü haklara sahip ve sahip olduklari haklari kullanan ve öz güvenlerine kavustuklari bir dünyada, hak ettikleri ve layik olduklari sevgi ve saygiyi görmeleridir.
Bu dileklerimle, ülkemizdeki ve dünyadaki kadinlarin 8 Mart Dünya Kadinlar Günü’nü kutluyorum.
Yaziyi okuduktan sonra, gazeteyi yerine birakan Arzu, Vay be! Bu gün 8 Mart Dünya Kadinlar Günü ve ben hiçbir ise yaramiyorum, diye üzüldü.
Daha sora basini otobüsün soguk camina dayayan Arzu, yalniz bunlar mi? Bu ülkede iki kisiden bir kisi yoksulluk sinirinda; alti kisiden bir kisi açlik sinirinda yasiyor, en ilginç olani da dört kisiden bir kisi psikolojik tedavi görüyor, insanlarimiz deliriyor, nasil delirmesin, kadinlarin bir degeri mi var? Kadinlari sadece çocuk doguran bir kuluçka makinesi olarak görüyor ve böyle algiliyorlar! Kadinlarin enerjisinden yararlanamayan bu toplu nasil kalkinacak ki? diye düsüncelere daldi.
Arzu, basini önündeki koltugun üzerine dayayarak, kapanmak durumunda olan gözlerini kapatti, uykuya daldi.
Otobüs otogara girerken uyanan Arzu, etrafin bembeyaz karla kapli oldugunu görünce, içinde küçük bir sevincin canlandigini hissetti; otobüsten inince eve gitme yerine sehir merkezine gitti.
Arzu, meydana yakin pastanede oturup, biraz yorgunlugu atmayi ve büyük fincanla çay içmeyi düsündü, pastaneye girerken, pastanede kapinin yaninda oturan adamin, ayrildigi erkek arkadasina benzetti ve büyük bir heyecana kapildi.
Bu da nereden çikti böyle, ne isi var buralarda? diye düsünen Arzu, dizlerinin çözüldügünü ve düsmek üzere oldugunu anladi ve düsmemek için yanindaki agaca tutundu.
Basi zonklamaya baslayan Arzu, belki burada bir is bulmustur, onun için buradadir, diye düsündü; ne olursa olsun pastaneye girip, ayrildigi erkek arkadasiyla konusmak istedi.
Pastaneye giren Arzu, bu kisinin ayrildigi arkadasi olmadigini görünce, içinde bir sizi hissetti, bir müddet sonra da içini bir sevinç kapladi, bir masaya oturup, çay istedi, biraz dinlendikten sonra da disariya çikti.
Karin yarattigi sogugu iliklerine kadar hisseden Arzu, arabalarin olusturdugu sularin üzerine gelmemesine dikkat ederek, evlerine dogru yürürken, bir fotografçi önüne gelen gelin arabasindan inenleri izledi; birkaç saniye sonrada etrafi çinlatarak geçen ambulansin arkasindan bakip, bu nasil bir dünya böyle diye düsündü.
Arzu, evlerine yaklastiginda ince ince yagan kar birkaç dakika içinde, lapa lapa yagmaya basladi, etraf kisa zamanda beyaza boyandi.
Aksam olup isiklarin yanmaya basladigi sirada, evlerinin kösesine gelen Arzu, karsi kösedeki çöp konteynirinin yaninda üç dört kadar kaçmakta olan kedi yavrularini gördü, kaçamayan bir yavruyu kosarak eline aldi, titreyen bu yavruyu atkisinin ucuna sardi, ne kadar da üsümüs, biraz daha kalsa beklide donarak ölecekti, diye düsündü.
Ilerideki eczaneden biberon ve evlerine yakin olan sarküteriden de kutu sütü alan Arzu, anlayamadigi duygular içinde eve geldi.
Arzu, atkiya sardigi yavruyla birlikte banyoya geçti, ilik suyla yavruyu güzelce yikadi; buradan mutfaga geçip sütü biraz isitti ve isittigi sütü, biberona doldurdu; kedi yavrusuna içirmeye çalisti, kedi yavrusunun içmedigini görünce, biraz zorladi, kisa bir ugrastan sonra yavrunun sütü içmeye basladigini ve gözlerinin açildigini görünce uçacak kadar sevindi.
Odaya geçen Arzu, kedi yavrusunun biraz toparlandigini ve canlandigini görünce, yavruyu sehpanin üzerine birakti, is bulamadim ama seni buldum, diye yavruyu sevmeye basladi.
Kedi yavrusunu koydugu sehpanin üzerinde bazi kâgit parçalari vardi, bunlari almaya çalisan Arzu kisa bir siiri okudu:
Adlari konmamis kedi yavrulari,
Sokaklarda sevgisiz ve korkak.
Lambalar sönmüs,
Isiklar yok, birazdan baslar korkulari…
Sana bir ad koyacagim, benim yavrum diyen Arzu, ikinci bir siir daha okumaya baslamadan çalan telefonunu açti.
Arayan Arzu’nun çoktandir görüsmedigi yurt arkadasi Fatma idi. Fatma, Arzu’nun biraz üzgün oldugunu anlayinca: Gül Arzu daima gül, bos ver bu hayata ve sürekli gül, dedi ve telefonu kapatti.
Arzu, telefonu kapattiktan sonra, göz ucuyla okumakta oldugu siiri okudu:
Dudaklarindan dökülen, simsicak gülüsleri…
Arzu, bu millet kafayi gülmekle bozmus; siir gülmek diyor, Fatma, gül diyor; biraz durdu, sanki uzaklardan bir ses duyar gibi Fatma, gül diyor diye bir daha tekrarladi, biraz durdu, yavruya bakarak, sevinçle buldum, buldum senin adin:
Fatmagül oldu…
Senin adin:
Fatmagül…