Körleşmiş zihinlerinin ve kararmış ve paslanmış vicdanlarının sınırlarını bir türlü aşıp ta, dün olduğu gibi bu gün de, oluşmakta olan yenidünyanın değerleriyle karşılaşamayan kişi ve kişiler vardır.
Bu kişiler, oluşturdukları tekke ve zaviye gibi miskin yuvalarında üretimden kopuk tembellik içinde, toplumun sırtında birer kambur ve insan kanını emen bir nevi sülüklere benzetilebilir.
Bu kişiler, mesken edindikleri tekke, zaviye ve medreselerde yerler, içerler bedava yaşarlar; askere gitmezler, vergi vermezler bütün bunlara karşın, toplumda ayrıcalıklı bir yer tutarlardı.
Bu kişiler, halkın insani ve dini inançlarını sömürmek için; aklın ve vicdanın kabul edemeyeceği; falcılık, muskacılık, büyücülük, cincilik, üfürükçülük gibi din dişi işleri yaparak, doğaüstü güçlere sahip olduklarına halkı inandırmaya çalışırlardı.
Bu kişiler, dini yozlaştırırlar, kendilerini dinin temsilcileri olarak aktarırlardı.
Bu kişiler, dün olduğu gibi günümüzde de varlıklarını tarikat mensupları veya cemaat adı altında örgütleşerek gerek maddi, gerek dinsel, gerekse de sosyal açılardan azımsanamayacak mevziler elde etmektedirler.
Bu kişiler, oluşturdukları örgütlerinin aracılığı ile devleti ele geçirmek amacıyla darbeler yapma eylemlerini bile gerçekleştirmekten çekinmezler, çekinmediler de…
Bu kişiler, çıkarlarının elden gitmesine engel olmak için, Ulusal Kurtuluş Savaşımız döneminde Anadolu’da TBMM’ne karşı ayaklanmalar çıkararak Kurtuluş Savaşımızın başarısız olmasını ve Yunanlıların başarılı olmalarını istemişler ve bu istekleri doğrultusunda davranmışlardır.
Bu kişiler, dün olduğu gibi günümüzde de varlıklarını sürdürmek istemektedirler. Bunlar zaman zaman yaptıkları çıkışlarıyla yandaşlarına mesajlar vererek güçlü olduklarını belirtmeye çalışıyorlar.
Bu kişiler, ortaya koydukları bu tür olumsuz davranışlarıyla zihinsel ve vicdan sınırlarını aşamadıklarını, Cumhuriyete ve Atatürk’e karşı olmalarıyla göstermektedirler.
Bu kişiler, dün vardı, bugün de var, yarın da var olacaklar…
Bundan hiç kuşkum yok. Zira Cumhuriyet öncesinde var olan bu kişiler, Cumhuriyetle birlikte yer altına çekildiler ama günümüzde tekrar yeryüzüne çıkarak, kinlerini kusmaya başladılar…
Bu kişilerin sanki temsilcisi gibi “Kurtuluş Savaşını keşke Yunan kazansaydı.” Diyen Kadir Mısıroğlu isimli kırmızı fesli adam, son günlerde ülke gündemine yine adeta bir bomba gibi düştü!
Kurtuluş Savaşı’nda Yunan galip gelseydi ne olacaktı?
Söyleyeyim: Anadolu’nun parçalanmasını gerçekleştirecek olan ve Osmanlı Hükümeti’nin imzaladığı Sevr Antlaşması uygulamaya konulacaktı… Cumhuriyete ve Atatürk’e karşı olanların amaçları, Sevr’i uygulamak değil mi?
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, resmi kıyafetleri içinde kırmızı fesli adamın düşüncelerini resmileştirircesine hastalığı nedeniyle güya ziyaret etti.
Bu ziyaret bana Osmanlı şeyhülislamı Dürrizade Abdullah Efendi’nin Kurtuluş savaşımız sırasında, Atatürk ve arkadaşlarının idam edilmesi için verdiği fetvayı çağrıştırdı.
Bir devlet memuru ve Atatürk’ün kurduğu bir devlet kurumunun başındaki bir kişinin, resmi kıyafetiyle “Kurtuluş Savaşını keşke Yunanlılar kazansaydı.” Diyen bir kişiyi 9 Kasım günü, ziyarete gelmesi, bu ziyaretin resimlerinin de 10 Kasım günü medyaya servis edilmesi, ne anlama gelmektedir?
Maalesef bu soruya verilen yanıt: “insani bir ziyaret!” oldu.
Ben, bu soruya “arkadaşını bana söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” yanıtını veriyorum.
Çünkü ziyaret edilen ile ziyaret eden arasında önceden bir tanışıklık, bir arkadaşlık ve bir hukuk mevcut olmadığı belirtiliyor; bu durumda bu davranış, bu kişiler arasında bir düşünce arkadaşlığı ve bir düşünce birliği olduğunun bir göstergesi olmaz mı?