Bir zamanlar, Karaman Kalesi’ne çikip, Karaman’i seyre daldigimda, ne tarafa baksam; ilkbahar ve yazin yesili, sonbaharda sariyi, kisin ise beyazi görürdüm.
Simdi, ne zaman Karaman’a gitsem; yesili, sarisi ve beyazi alinmis, taslasmis bir Karaman görüyorum.
Dallarinda leyleklerin yuva yaptigi agaçlar,
Dans edercesine bulutlarla kucak kucaga sarilan kavaklar,
Arilarin bir konup, bir kaybolduklari asma dallari yok artik…
Sessiz ve nazli nazli akan Kazalpa Çayi’nin dallarini oksadigi salkim saçak sögütler yok artik…
Imaretin ve Hatuniye’nin önünden geçip, Koyun Yolu’nu takip ederek, Karaman’in kuzeyinde toprakla son bulusmasini yapan irmagin besledigi ve kokularini aylarca koruyan agaçlar yok artik…
Istasyon Caddesi’nin etrafindaki ve tren istasyonunda çimenlerin üzerinde yükselen agaçlar yalnizlasmislar, mahzunlasmislar.
Her rüzgar esisinde, yapraklari, koro halinde bir armoni olusturur gibi hisirtilar çikaran milyonlarca agaç katledilmis, yok edilmis…
Karaman yesilinden soyunmus.
Ne ugruna?
Karaman yalniz,
Karaman sahipsiz,
Karaman alabora olmus,
Karaman savrulmus.
Karaman’i Karaman yapan tarihi, kültürü ve bunlarla özdeslesen dogadaki yesilligidir.
Bu Karaman, tarihiyle, kültürüyle bütünlesmis yesil Karaman degil.
Ben, tarihimi istiyorum…
Ben, kültürümü istiyorum…
Ben, yesilliklerimi istiyorum…
Ben, dogdugum sehrimi istiyorum…
Ben, tarihiyle, kültürüyle ve yesiliyle bütünlesen Karaman’imi istiyorum.
Bunlari bana kim verecek?
Yeni yesillikleri kim üretecek?