Yıllar, geçse de, çağlar açılıp çağlar kapansa da notalar aynı kalmaya devam ediyor. Birbirine yakın, fakat farklı söz ve duygularla müziğin mutfağında olanlar yedi notayla farklı binlerce eser yaratmaya devam ediyorlar. Bu nasıl bir sanatkârlık, bu nasıl bir deha, biz dinleyiciler için anlaşılamayan bir muamma. Yine Biz aylak dinleyiciler için dibi sonu olmayan bir deniz. Okyanuslar kadar derin ve sonsuz bir nimet.
İşte bir Kırım türküsü geliyor. Aluşta’dan esken yeller yüzüme vurdu/ Balalıktan öksen evge köz yaşım düştü / Men bu yerde yaşalmadım / Yaşlılığıma toyalmadım/ Vatanıma hasret kaldım ey güzel Kırım… İkinci Dünya Savaşı’nda Ruslar Kırım Türkleri’ni Almanlarla iş birliği yaptılar gerekçesiyle 1944 yılında trenlere doldurarak Sibirya’ya sürgüne gönderir. Türkü, bu insafsız sürgünün acılarını, hasretlerini, özlemlerini anlatır. İnsanlık tarihi bir yerde acıların tarihidir.
Rumeli türkülerini dinlerken farklı duyguları aynı anda yaşarız. En neşeli hareketli parçalarında bile bir hüzün hissedilir. Balkan Faciası’nı, beş yüz yıl önce vatan topraklarından Anadolu’ya geriye göçün çilelerini anlatır. Bir Fırtına tuttu bizi deryaya kardı / O bizim kavuşmalarımız a yârim mahşere kaldı, diye ayrılığın hüznü ile sızlar. Çalın davulları çaydan aşaya aman/Mezarımı kazın bre dostlar belden aşaya/ Selanik Selanik viran olasın amman, diye kahırla inler.
Kerkük türkülerinde çileli Orta Doğu topraklarının acılarını Türkmenlerin özlemlerini duyarız. Bir sevda türküsünde ise; Altın hızma mülayim /Seni haktan dileyim/Yaz gününde Temmuz’da/Sen terle ben sileyim, diye sevgiliyi mendiliyle rahatlatmak ister. Bu nasıl bir duygu, bu nasıl bir incelik Yarabbi.
Her Azeri türküsü bir sanat esiridir. Ülke sevgisini, Türk’ün yüceliğini, Türklüğün ideallerini yüksek perdeden haykırır: Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa/ Askerinle milletinle sen çok yaşa / Arş arş arş ileri ileri arş ileri marş ileri / Dönmez geri Türk’ün askeri, diye gururla şahlanır.
Neşet Ertaş yalnız Kırşehir’in değil, çorak İç Anadolu’nun kederli sesidir. Onun türkülerinde yalnız sarı boz sesler değil, çekilen çileler isyansız feryatlar duyulur. Kasaba filozoflarına mahsus felsefi çıkarımlarda bulunur; Cahilidim dünyanın rengine kandım / Hayale aldandım boşuna yandım/ Seni ilelebet benimsin sandım/ Ölürüm sevdiğim zehirim sensin/ Evvelim sen oldun ahirim sensin. Bir baş eserdir. Gırşeher’in bozkırında yakılan.
Musa Eroğlu Torosların, yaylaların, koyakların sesi olur. Köroğlu’nun gezdiği dağ köylerine misafir olur aynı pınarlardan içer, rafine havasını içine çeker. Sesi yalçın kayalıklarda yankılanır; Seher yeli bizim ele gidersen/ Nazlı yâre küstüğümü söyleme/ Ne hallere düştüğümü sorarsa/Bağrıma taş bastığımı söyleme… diye kendi içinde yaşar sevdasını. Bir senfonik eserdir Mut’un dağlarında yankılanan.
Aşık Nesimi diye bir ozan çıkar; Ben melanet hırkasını kendim giydim kimene /Ar’ı namus şişesini taşa çaldım kime ne / Haydar Haydar taşa çaldım kimene/ Gah çıkarım gökyüzüne seyrederim alemi / Gah inerim yeryüzüne seyreder alem beni … diye manalı derin benzersiz sözleri ile doldurur yeryüzünü, gökyüzünü.
Son çeyrek yüzyılda Müslüm Gürses diye bir büyük icracı usta çıkar Aşkın var oldukça ümit kayboldu/ Her gün biraz daha dertleniyorum/ Hasretin içimi kemiriyor bak/ Her gün biraz daha tükeniyorum/ Senin hasretin varken bu şehirde yaşanmaz/ böyle devam ederse sensiz hayat olamaz/ Yaşamak değil yaşamak of of diye diye bunalır. Ve dağ başında münzevi bir çilehane yi arzulatır aşıka . İnsanın acı çekmekten bile zevk aldığı zamanlar olmuyor değil vejetaryenlerin herkes uyduktan sonra et yediğini söylerler. Aynı şekilde, arabeske karşı olanların bile yalnız kaldıklarında arabesk dinlediği söylenir. Doğrudur. İnanırım
Evett… Buraya kadar herşey güzeldi. Fakatt…
6 Ocak 2017 İzmir ( Sağlık neden ile bugün yayınlanmıştır)