Yaz aylarında rutin çalışma hayatından bunalıp kendimizi her fırsatta yazlığa atanlardan mıyız? Veya iki günlük hafta sonu tatilinde, yüzlerce kilometre uzakta bir pansiyona, otele elsiz ayaksız koşup gidenlerden miyiz?
Herkesin bir yaşama anlayışı, biçimi var. Tabiî ki saygı duymak, anlamaya çalışmak gerekir. Tatili, deniz, güneş ve yemek olarak anlayanımız çok. Otele yüklü bir bedel ödeyen aileler, ödedikleri her kuruşun hakkını alabilmek için otelin sunduğu imkânları bırakıp dışarı çıkamıyor, çıktığı zaman ise havuzu, denizi, güneşi bırakıp odalarına dönemiyorlar. Hazır tüm isteklerimiz tavan yapmışken, bir iştah bir iştah ki Allah ne verdiyse. Taştan yumuşak ne varsa hesabı vur açık büfenin gözüne gözüne.
Pansiyona gidenlerin işi biraz daha telaşlı, fakat eğlenceli de. Sabah geç ve sıkı yapılan kahvaltının ardından cümbür cemaat şemsiyelerle, havlularla, birazdan şişirilecek envai çeşit plastik yüzme gereçleri, takım taklavatla sefere çıkıyoruz ki, deniz bizi beklemiyor olsa, Viyana kapılarına kadar dayanacağız evelallah. Çok değil bir iki saat sonra ise aynı kafile seferden dönüş yolundadır. Önce duş mahallinde elimizin ayağımızın kumlarını akıtacağız. Ardından odanın banyosunda sırayla ikinci bir temizlenme ile gümüşler gibi olacağız. Çok iş yaptık yorulduk ya, aniden öğleyin ne yiyeceğiz helecanı depreşiveriyor. Evin ve herkesin hizmetine koşan kahraman annesi sigorta yok, maaş yok, tatilde mi, yoksa Bulgar Belene Kampı’nda mı belli değil. O yıllarda bir gün oturup düşündüm. Bu harala güreleye çok mu mecburduk. Ağdışar (Akçaşehir)a gabala düğüne mi dutulduk sanki dedim. Ve boşlayıverdik. Ve çok şükür, sabah ayrı, öğleden sonra ayrı bu beyhude gidiş-geliş seferlerden kurtula kaldık. Aklımla bin yaşayayım. Çünkü ne yüzme biliyordum, nede bronz bir ten peşindeydim. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. Kimileri esmer bir cilt için kavrulmuş kahve kıvamında. Muhterem gün (güneş) yanığı mı yoksa gön (anadan esmer) yanığı mı belli değil. Azıcık gıybet (dedikodu) ten bişi olmaz.
Elbette yazlıkta yaşamaya, yazlıkçılara karşı değilim. Denize, güneşe, doğaya geliyoruz. Bunlar elbet güzel şeyler. Ama insan durur, etrafına şöyle bir bakar. Bir selam filan verir. Bir kahve davetine icabet gerekmez mi? Sende çaya davet et, elinden tutan mı var? Senin kedi-köpek sevgini takdir ediyor ve anlıyorum. Ama birazda sen beni anlamaya çalış. İnsan bir selam bekliyor. Bir ziyaretçi gelir mi diye gözü kapıda, kulağı seste bekleyenler olabilir. Eğer daha yalnız bir yerler istiyorsan mübarek adam, yazlıklardan daha tenha, mesela: Ay, Mars gezegenleri var çok şükür. Aklında olsun muhterem.
Deniz, havuz, ağaç, gül, spor, yürüyüş, bisiklet, geniş şapkalar, özgürlük hatta yalnızlık fena şeyler değil. Ama insanda hiç fena değil.
Valla kışı mı yoksa yazımı seversiniz diye sorarsanız, kışı derim. Kırk derecenin altında bulgur bulgur ter içinde oturup yatacağıma kışın hafiften ürpermeye razıyım. Bir Mayıs ayında, burada onca terliğin içinde kapalı terliğimi sipariş ettim. Geldi de rahatladım. Anladım ki ben yazlığı (eğer varsa) kışlık gibi kullanmayı sevenlerdenim.
Yaşanmış bir hatıra: Adamın biri Allah’ın dağındaki yaşlı annesini Mersin sayfiyelerindeki yazlığına getirmiş. Teyzemiz birinci günü etrafa bakmış bakmış herkes yarı çıplak: Buranın kadınları ellehem (herhalde) hep kötü mü bilmem, demiş usulca. Fakat ikinci gün üzerindekileri birer birer çıkarmaya başlamış aynı teyzemiz. Oğluna dönmüş ve: Oğul buranın kadınları değil, havası kötüymüş havası demiş.
Yazlık hayatının hiç mi iyi yanı yok. Olmaz olur mu…
İlaç gibi havası sağlığa sağlık katar. Hastaları iyileştirir.
Para harcamadan bisiklete çocuklar gibi hür, uzak yakın dünyaları gezebiliriz.
Eğer beceriksizsek, yazlıkta bu iyiden meydana çıkar. Veya gizli kalmış becerilerimiz varsa, oda ortaya çıkar.
Yazlık yaşamı, insanlara geçmişle hesaplaşma, geleceği planlama, program yapma, hesap kitap yapma, salim kafayla karar alma, en güzeli de hayal kurmak için geniş zamanlar sunması açısından büyük fırsatlar verir.
Yazlık hayatı, farklı veya bastırılmış yönlerimizin ortaya çıkmasını kolaylaştıran mucizevî bir ortamdır. Burası insana dilediği şeyi dilediği gibi söyleme hakkını verir. Hatta çok istiyorsak yalan bile söyleyebiliriz: Gençliğimde dal gibiydim… Bir zamanlar Karun kadar zengindim… Veya: falan bakanlıkta müdürüm, gibi. Karşındakinin yalanını ortaya çıkarabilme imkânı yoktur. Sen atmana bak. Kalede Fenerbahçeli Kova Yaşar var çünkü.
Benden yazlıkçılara küçük fakat kıyak bir tüyo: Yazlığa giderken, pastırmaya yatırılmış bir tabak çimen (çemen) harika olur. Sür sür ye. Kokarsa koksun. Bir gören mi var, bir gelen mi var sanki.
İLETİŞİM: 0 532 335 03 90