Dostumuz Mehmet Vehbi Uysal ile İstanbul’da yolumuz kesişti. Ayaküstü konuşacaktık sözde. Söyleşi bir saati aşmıştı. Bilgisayarını açınca, tarih öncesinden başlayıp, günümüze dek uzanan, maratonda bulduk kendimizi.
Vehbi yeni bir kitap çıkardığını, mutlaka okumam gerektiğini anlattı. “Çağlar Boyu Anadolu Oyuncakları” adlı kitabını hemen aldım. Sular seller gibi okudum. Resimlerini bir bir irdeledim.
Yoğunluklu emeğin, göz nurunun, araştırmacılık inadının ışıltısına imrendim. Bu bir övgü yazısı değildir. Emeğe verilecek saygıdır.
Çocuk kimdir, iç dünyası nasıl oluşur, oyuncağın onun gelişmesindeki etkisinin araç oluşu, oya gibi işlenmiş. Yazarımızla “fi” tarihinden oyun konusunda epeyce söyleşimiz de olmuştu.
O zamanlar Karaman’daki “sıra oyunlarını” bilebildiğimce anlatmıştım. Okuduğum yapıt, beni de çocukluğuma götürdü. Şimdilerde “iğdiş edilmiş” parkın pütürlü duvarlarında aşık’larımızı düzlediğimiz, emeklerimize kurşun döktüğümüz, oradaki aslanlarda kaydığımızı anımsadım.
Çocuk oyununu hep ciddiye aldım. Lise sonda oyun üzerine yazdığım denememi öğretmenim aldı ama geri vermedi. Buna hala yanarım. O denemede çocukların büyüklere öykünmelerini, oyunlarını yaşamın içinden nasıl düze çıkarıp, yorumladıklarından söz etmiştim.
Resimleri izlediğimde biri sözün tam anlamıyla beni çarptı. Yılangümü köyündendi yapanı. Bildiğimiz kabaktan yapılmış “Maskeli Genç” isimli olanıydı. Seyirlik oyununun bir figürü. Keçi kılından ağız, burun beyaz fasulye. Göz ve ağız oyulmuş. Afrika soyut sanatını andırıyordu. Oyuncakların ortak özellikleri, tümüyle doğadandı. Hiçbir yapaylığa yüz verilmemiştir.
Özellikle cızgı (çizgi) oyununu hiç unutmam. Bir dikdörtgenin sekiz bölümünün taşıdıkları, düz taşın “devri alemini” “kedi deliğinin” büyülü cezacılığını hep düşünürüm.
Bizim oyun alanlarımız alabildiğine genişti. Sökümü yapılmış pancar tarlaları, ekini derilmiş buğday tarlaları hep bizimdi. Oyunlarımız yarışma içerikliydi. Kimin ne olduğu o zaman anlaşılırdı. Güçlü olmak, becermek, geride kalmamak tek amaç diyebilirim.
Kimi çocuklarda gördüğüm kıyıcılık, acımasızlık inanılır gibi değildi. Tanık olduğum bu tür olaylar, yaşamı yorumlamamda, insanları değerlendirmem de yol gösterici oldu.
Nerden başladık nereye geldik. Dost Vehbi kardeşime “helal” olsun demek boynumun borcu ve eşi Nefise hanımın katkı ve desteğine teşekkürler.