Bu damda emmimin oglu Ismail, akrabamiz Ömer, bazen da yakin komsu çocuklari ile o yillar yikik ve metruk bulunan cami önündeki Romalilardan kalma hamam içinden getirdigimiz sel sularinin çöküntüsünden olusmus sakiz gibi çamur ile at, araba, gerçek olarak hiç görmedigimiz otomobil ve gramofon gibi oyuncaklar yapar, bu damda oynardik. O günlerde biraz daha büyümüs oldugumuzdan artik yakinimizdaki çukur sokaga kadar inerek oradaki arkadaslarla Billi, Hölle, Saklambaç ve Körebe oyunlarina bende katiliyordum artik. 1940 yilinda okula baslamis ve o koca avlu içinden çikarak hemen yakinimizdaki yeni evimize de tasinmistik.O günleri.özledim..
Ayni yil muhtar Topal Musa dayim Karaman’dan bir askeri birligi davet etmis, köyün karsisinda Dösemede agirlamisti. Babam bu birlikle gelen bir askeri doktora hasta olan Halam (Füru) Huri’yi muayene ettirmisti. Ne yazik ki halam o kis vefat etti. Iste o gün aksam babam ve anam halamlarda iken ben de üç kardesimle birlikte evimizde yatiyorduk ki evimiz birden sallanmaya basladi, basucumuzdaki esyalarda basimiza, üstümüze düsmeye basladilar.
Galiba bir yil önce Erzincan da o yillarin deyimi ile zelzele(yersarsintisi-deprem) oldugunu anladigimdan kardeslerimi disari çikarirken anam ve babamda gelmislerdi. Bizim için kara bir gün olsa da yine o günlerdeki yasimi özledim.
O yillar evlenmeler harman sonlarinda yani kisin yapilirdi. Gelinler damadin evine at üzerinde, Segmen denilen atlilar arasinda, Kurtoglu Emminin koca davulu, Düdükçünün klarnetinin çaldigi “Ey gaziler, yol göründü aman aman” marsi veya türküsü esliginde kalabalik bir dügün alayi ile ilerlerken sirtina, önüne hayvan postu baglanmis, yüzü gözü ve ta dizlerine kadar siyah boyali Araplardan biz çok korkardik. Gelin eve geldiginde damadin damdan attigi su dolu testinin kirilmasi ile saçilan paralari kapistigimiz günleri özledim.
Anamin sundurmamizda kendi elleri ile çamurdan yaptigi tandirda ekmek yaparken az kalan hamuru o günlerde yasak olmadigindan köyümüzde de çok ekilen Hashas (Afyon) yagi ile biraz daha yogurduktan sonra, legenin içine incecik yayar, üzerine afyon’un tohumundan serpistirir tandira koyar üzerini de baska bir saçla örter hem alttan ve hem de üsten hafifçe yanan ateste kizarincaya kadar pisirirdi. Mis gibi kokan o çörekleri de çok özledim...
Bazen da ekmekten kalktiktan sonra daha çukur bir saci tandira yatirarak misir, bugday gibi tahillardan kavurga yapardi. Hele bugday kavurga’sina karistirilan o yillar bizim köyde kötülügünü hiç bilmedigimiz, suçuz, masum kendirik tohumu da karistirildiginda disleri de saglam olan biz çocuklar için degerli bir çerez olurdu. O günleri özledim.
Yaz aylarinda sicak oldugu için çogu damlarda yatarlardi. Bizde tahtali dedigimiz bir sundurmada yatardik. Sabahleyin Topal Osman dayimin asagi caminin ezanligindan okudugu Tanri Uludur, Tanri oludur sesi ile uyanirken biraz sonrada üstümden uçan kirlangiç sürülerini seyreder, arkin kenarindaki leylek yuvasindan gelen laklaklari ve yine oradaki ulu pelit agacinin dorugundaki kartal yuvasindan gelen çigliklari dinlerdim. O günleri de….
Kurak yillarda Pinarkolu veya Dösemede yapilan yagmur dualarindan sonra o buz gibi akan çesme basinda yedigimiz etli pilavlari özledim…...
O yillarda lastik ayakkabilar yoktu. Kundura dedigimiz ayakkabilarimizin yirtiklarindan su alir yün çoraplarimiz islanir ayaklarimiz üsürdü. Hele o yillarda çokça yagan karlar aylarca kalkmadigi için biz çocuklar köyün girisinde magaralari da olan, kuzeyi kapali, yüksekçe, yukari taraflari öne egik oldugundan kar ve yagmur sularinin degmedigi “Korun dib”i denilen yerde oynama firsati bulurduk. O günleri özledim….
Babam Yukaridere’de degirmenin yanindaki bahçemize dam yaptirdi. Oraya göçüp yazi orada geçirecekmisiz. Babamin isi oldugundan o bahçenin gübrelenmesi için ahirimizda biriken tersleri (Çiftlik gübresi) boz esegimizle o bahçeye ben tasiyorum ama yol üzerinde Devlingeç Koyagi denilen yerde Velet varmis. Söylenene göre deli Elif bir çocuk dogurup bogarak öldürmüs ve buraya gömmüs. Buraya geldigimde korktugumdan esegi dehler oradan çabucak geçerdim.
Babam emmimin öküzleri ile bahçemizi sürerken ortaliga yayilan taze toprak kokusunu, sabanin izinden çikan ve oraciktaki suda yikadiktan sonra yedigim yerelmalarini, erkenden açan agaçlarin çiçek kokularini, göremedigim ancak seslerini duyabildigim bülbül, ispinoz ve buna benzer sesleri güzel kuslarin seslerini özledim...
Babam bu islerle ugrasirken anam da güzden ekilmis ispanaklari toplar, oracikta arktan akan olugun akan sularinda iyice yikar, damin içindeki tandirda saç böregi yapardi., Yaninda ispanakla ekilmis küçük soganlarin yenice filizlenmis taze yapragi ile birlikte istahla yerdik.O günleri özledim
Artik okulda tatil oldugu için bahçemizde göçülüyüz. Anam on günde bir babamin iki kat olan çamasirlarindan biri ile bizlerin tek kat çamasir ve diger giysilerimizi büyükçe bir selenin içinde toplar, yumusak olmalari için kis aylarinda yaktigimiz mese agacinin küllerini sicak suyla karlastirip üzerine döker, biraz dinlendirir sonra da say dedigimiz düz bir tas’in üzerinde tokuslar, arktan bahçemize akan olugun altinda durular sererdi.
Bu sürede baska giysilerimiz olmadigindan bizler damin içindeki yataklarimiz içinde bekler, sonrada anamin çagirmasi ile teker teker o anilan sayin üzerinde anamin yardimi ile yikanir kuruyan giysilerimizi de giyer ferahlardik. Fakirdik ama anamin ve babamin üzerimize titredigi, sevgi, sefkat dolu o günleri özledim.
Bahçemize umumiyetle sebze ekilirdi.. Sebzeler yiyecek hale gelinceye kadar bakimini anam yapardi. O çapa yaparken yabani otlarlarin arasindaki tokmakan (semizotu) nu ayirir, iyice yikar, büyükçe bir tasin içindeki ayrana dograr, ceviz agacimizin altinda yeni açilan ceviz yapraklarinin etrafa saçtigi o güzel kokularin içinde tahta kasiklarimizla içerek ekmegimize katik ederdik.
O yillar Golden. Starking ve Amasya elmalari köyde yoktu. Diger bahçelerde oldugu gibi bizde de teker elma denilen mevsimlik elma ile eksi elma adini verdigimiz iki çesit elma bulunurdu. O yillar ilaçta olmadigindan elmalar kurtlu olurlardi. Bilhassa olgunlastiginda sararan ve mis gibi kokan o elmalarin kurtlu taraflarini atar digerlerini istahla yerdik. O günleri özledim..
Komsu bahçelerden gelen genç kizlarin türkülerini ve bir birlerine söyledikleri ask manilerini, karsi bahçemizde yine bir bahçe komsu kizinin o günlerde beni çok utandiran açik saçik sözlerini hatirlarim.
Güdük dedigimiz tarlaya da misir ekerdik. O tarlanin altinda meyveleri bal gibi tatli armut agacinin altina yaktigimiz ateste, bizim tabirimizle tüfek gibi dedigimiz büyük misir koçanlarini soyar, atesin kenarina dizer, çabuk pismesi içinde kabak kökeni ile üflerdik..Iste o yillarin daha henüz bozulmamis,katkisiz ve mis gibi kokan misirlarini özledim.
O yillar bizce zararsiz ve masum bitki oldugundan yasak olmayan Hashas ile birlikte anamin bahçemizin muhtelif yerlerine ektigi kendirikler olgunlastiginda altina büyükçe bir yaygi serer, dallarini yavas yavas salladiginda kendirik tohumlari ile birlikte galiba onun özelligini ve kokusunu bizden önce kesfederek mesken tutan gelin böcekleri de dökülürdü. Anam bu kendir tohumlarinin içindeki böcekleri ve diger yabani otlari ayirir, kurutur ve kisa saklardi.
Bahçe komsumuz Tilkici Hasan dayinin oglu Sadik ve bize katilan diger arkadaslar la birlikte deredeki derin ve köyün yanindaki bentte yüzme yarislari yapar, olta ile balik tutardik. O günleri özledim.
Ilkokuldan sonra gittigim üç yillik yatili okulda bitmis köye dönmüstüm. Artik güz aylariydi. Yukaridere’deki Degirmenönü bahçemizde babamin kesip, anam ile birlikte yüzdükleri kisir keçimizin etinden yapilan haslama ve sacin üzerinde pisirilmis etini yerken bu yemegin bahçemizde ailecek yedigimiz son yemek yani bir nevi veda yemegi oldugunu bilmiyordum.
Babam ve anam o gün sevecen çehreleri, yüzlerinde beliren menmumiyet ve görevlerini iyi yapanlarin rahatligi içinde, bize yumusak ve tatli sözlerle hitap ederek “Iyice karninizi doyurun çocuklar”diye tembihte bulunuyorlardi.
Ailede enbüyük çocuk bendim. Bir ara onlardan ayrilarak bahçede dolasirken burada kardeslerimle birlikte geçirdigim aci ve tatli günleri, kalabalik ailemizi, fakirligimizi ve babam ve anamin simdiye kadar bizim için yaptigi çabalarini düsündüm. Son gittigim alti aylik Ziraat makineleri kursuda beni cesaretlendiriyordu. Artik delikanliliga da adimimi attigima göre bir seyler yapma zamani ve hatta mecburiyeti dogmustu.
O kisi tam çikarmadan Suduragi istasyonundan bindigim trenle Çukurova ve doguya dogru babamin verdigi birkaç kurusluk harçlikla hayatimi kazanmaya gidiyordum.
Yillar hizla geçti. Hatta asirlar bile.
Artik normal ömrümün de son basamaklarindayim. Kalan ömrümü bilemem ama söyle arkama dönüp baktigimda ömrümün çogunu Yirminci yüzyilda yasadim. Su yirmi birinci yüz yila bir türlü alisamadigimdan yazdigim yazilara tarih olarak Bindokuzyüzlü yillari yazar, farkina vardigimda da düzeltirim. Yani çocukluk, delikanlilik ve olgunluk çagimin çogunu yasadigim o eski günleri özledim.
Sairin dedigi gibi.
Silemem yazisini anlimin.
Çektim çekecegim kadarini
Iste, geldim gidiyorum..
Bir tek Halep sehri degil.
Cümlesi sen olsun dünyanin.
Akraba, dost ve arkadaslarimin da çogu artik bu dünyada yoklar. Ayni zamanda benden küçük olduklari halde üç kardesimi de kaybettim. Anam ve babam da zaten daha evvel öldüler.Onlari özledim.,
Bütün bunlara ilave olarak yukarida saydiklarim gibi bizden ebediyen ayrilan, bana ve çocuklarina hayatini vakfetmis, çocuklarimin anasi, sabir, sevgi, saygi, sefkat ve kanaat gibi gerçek güzellikleri üzerinde tasiyan esimi de çok çok özledim,
Herkese selamlar. Hosça kalin.