Bu yıl, yolum Mut’a pek fazla düştü. Orada tanıdığım aydın insanları tanımam, üretim devrimlerini görmem bunda etkili oldu. Anadolu’nun bu yöresinde, 17 yıldır dergi çıkarma başarısıyla gıptayla izledim. Karacaoğlan Türkü Gecesi, Kiraz, Kayısı, Zeytin şenlikleri, doğanın bereketinin sevinciydi.
Yine bir gün, Kemal Arabacı ve Remzi Tartan’la Sertavul’a gittik. Gök mavi, güneş sevinçliydi. Konuk edildiğimiz yere geldiğimizde, dostlukla karşılandık. Bulunduğumuz yer, orman kenarındaki bayırdaydı. Devasa ağaçların gölgesinde oturup, söyleştik. Dünyasal olaylardan tutun, sünnet, kurban, kayısının serüveni, zeytincilik gündemiydi. Günün konuşmacısı, uzun süre Ziraat Odası başkanlığı yapan Mehmet beydi. “Kırk Ambarlık” yükü vardı. Akıcı, inandırıcı anlatımıyla bizi kendine çekti. Çekilen şöleni anlatmama gerek yok. Hele dost Eyüp Uysal’ın “benim bardağın altı delik” deyip deyip, tazelemeleri ne hoştu. Hele ilk kez gördüğüm katran ağaçlarının özelliği ne güzeldi.
Mehmet bey, yerel olayları kendi tınısıyla anlatınca, daha da içten bir ortama girmiş olduk. Ondan bunları yazıya dökmesini istedim, beni kırmadı, öykülerini gönderdi. Bu gün onları sizlerle paylaşacağım.
-“Şu karşıda gördüğünüz köyden bir genç, Göksu’nun kıyısındaki köyden kıza vurgundur. Kız “Anasının gözüdür. Cilveyle, işveyle kıpır kıpırdır. Genç ne etse ne yapsa muradına erişemez. Kızar ve kızı kaçırmaya karar verir. Atına atlayıp sözleştikleri (kavilleştikleri) yere gider. Kız cilvelenir, oğlanı kışkırtır. Genç durmaz. Kızı yakalayıp ellerini ayaklarını bağlayıp, atın terkisine atar. Kız kurtulmak için şirin görünme numaraları yapar.
Göksu baharın ortasında coşkun akmaktadır. Kız gence “ırmağa girersen, gönüllüce senin olacağım” der. Bunu duyan saf genç “zıyınıp” attan iner. Soyunur, kendini ırmağa atar. O sudayken, kız gencin çamaşırlarını da alır, sürer atını. Genç ırmaktan çıkar, güneşte ısınmış taşa “domuşur”
Bu sırada kayanın başında bir keklik ötüşmekte. Bir tilki de pusuya yatmış, avını kollamakta. Kekliğe ulaşamayacağını anlayınca kurnazlığa başvurur. Ezop ve La Fontaine masallarının bir benzerine öykünür. Keklikle başlar konuşmaya. “Benim dedem anlatırdı” senin deden öyle bir ötermiş ki bayılır, gözleri kapanırmış. Oysa sen ötemiyorsun bile demiş. Dedesine öykünen keklik, onun gibi ötmeye çalışırken, tilki kekliği yakalar. Keklik “benim dedem de anlatırdı, senin deden avını yemeden, güzel bir dua okurdu” deyince, tilki dua okumaya başlayınca keklik kaçar, bir kayaya konar. “Bir daha uykulu ötersem ceddime lanet olsun” der. Tilki de “bir daha avımı yemeden dua okursam bana lanet olsun” der.
Bunlara tanık olan bizim gençte “bir daha cünüp” olmadan suya girersem, ceddime lanet olsun” der.
-MUT’UN saygın esnaflarından, nüktedan Kara Sait, ilk kamyonu satın alan kişidir. 1950’li yıllarda, Abdigaz kamyonuyla, Ermenek Tekeçatı’dan yüklediği tomrukları Bucakkışla üstünden Karaman’a getirmektedir. Mevsim güz. Balkusan’la İhsaniye köyü arasındaki Yellibel’e geldiğinde hava bozar. Fırtına, kar geçit vermez. Kar öyle yağar ki göz gözü görmez. Kamyon kar altında kalır. Sait amca ne yapsa boşa gider. Bağırır, çağırırsa da duyan olmaz. Amcanın muavininin adı “Cırlavık” tır. (Ateş böceğinin adı) Sait amca umarsızca ona şöyle bağırır “öt ülen cırlavık, ötte yaz gelsin!”
Gidişimiz güneş saatine ayarlıydı. Geniş koyakta, Apollon yada Hititlerin Güneş Tanrıçası Arinna, güneşi yönlendirirken batıya kayan güneş, gitmemiz gerektiğini belirledi. Bizde yola revan olduk.
SERTAVUL’DAN ÖYKÜLER
- 11 Ekim 2024, 17:16
YORUM EKLE
Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi