1963 yılı yazında Çumra Ziraat Bankası şubesinden Konya şubesine tayin olduğum günlerdeydi. Kira ile oturduğumuz ev, Akçeşme İlkokulun hemen yanında Karkınlı Ahmet adında birisinin bir buçuk odalı fazlaca ahşap bir evdi.
O yıllarda Çumra halkının çoğu çeşitli yerlerden gelenler ve Bardakçı mahallesindeki göçmenlerden oluşan kozmopolit bir yapıda, sosyal yönden oldukça mahrum büyükçe bir köy niteliğindeydi.
Bilindiği gibi büyük şehirlerde adamına göre çeşitli eğlence yerleri çoktur. Ancak şahsen yapım itibariyle gözüm ve arzum onları değil, 1950 yıllarında Adana’da bir çiftlikte çalışırken tanıştığım ve askerliğimde de her hafta gitmeye çalıştığım bilhassa tarihi olaylara dayanan sinemalardaki filmlerdi.
O yıllar bilgisayarlar da olmadığından Çumra şubesinde hemen hemen yılın her günü gece saat 12’ye kadar gece mesaisine kalırdık. Konya’daki çalışma yıllarımda ise daha çok ve çeşitli hesap makinelerinin bulunması ve personelin yeterli sayıda olması sebebiyle Çumra kadar yoğun gece mesaimiz olmuyordu.
İşte Konya’ya tayinimde beni en çok sevindiren olaylardan biride ara sıra eşim ve çocuklarımın haberi olmadan bazen kaçamak yaptığım Alaaddin Caddesine yakın öğretmenler evi denilen binanın karşısındaki bugünlerde başka amaçlarla kullanılan blokta çokça tarihi filmlerin oynatıldığı Şahin sinemasıydı.
Bu sinemada birkaç günden beri ilk defa Konya’da bu sinemada oynanacak “Spartaküs” adında tarihi bir filmin reklâmlarını görüyordum ki bankada bazı arkadaşlarında bu filmi konuştuklarını muhakkak görmek istediklerini de duyuyordum.
Nihayet filmin oynatılacağı gün gelip çatmıştı. Eşime yine bankada bugün gece çalışacağız yalanı ile evden çıkmış yolda bir bakkaldan küçük bir kese kâğıdına biraz ayçiçeği çekirdeği almıştım. Filmin başlamasına yarım saat kala Kayalı Parkın karşısında bugünlerde otobüs ve dolmuşların durak yeri, o günlerde ise park olan yerde bir banka oturarak aldığım çekirdeği çitlerken zamanın geçmesini bekliyordum.
Bir aralık karşımdaki banka bir kadın gelip oturmuş, birkaç dakika sonra da benim oturduğum banka geçmişti. Yavaş yavaş yanıma kadar yaklaşan kadından çekinerek bankın sonuna kadar gelmiştim artık. Ama o kadın yine bana yaklaşmaya devam ediyordu. İçimden terbiyesizsin biri, belasını başkasından bulsun diyerek oturduğum bankı terk edip ilerideki başka bir banka geçip oturmuştum. Kadın yine benim oturduğum banka doğru gelmiş ve elimdeki kese kâğıdına elini sokmaya çalışıyordu ki daha fazla dayanamadım ve yüksekçe bir sesle “Terbiyesizlik etme, ben senin aradığın adamlardan değilim, git belanı başka yerlerde bul” diyerek elimdeki kese kâğıdını ona doğru fırlattım. Tam oradan ayrılıyordum ki çok iyi tanıdığım kahkahayı duyduğumda hayretler içinde kaldım. Çünkü o kadın eşimin ta kendisiydi.
O günlerde olduğu gibi onu tamamen kaybettiğim şu günlerde dahi eşimden başka hiçbir kadının yüzüne dikkatlice bakmış değilim. Zaten buna cesaretim de yoktur. Eşim de bu durumumu bildiği için sakarlığım yüzünden yolda giderken baen düşmem nedeniyle bana şöyle takılırdı. “Yukarı pencerelerdeki kadınlara bakarken kösteklenip düşeceğine, önüne baksan da düşmesen” derdi.
Komşumuz olan kadının “senin kocan böyle her gün akşamları niye dışarı çıkıyor kızım sen bu kocanı takip et veya ettir. Belki arada başka bir kadın da olabilir” diyerek ve giysilerini eşime giydirerek “Hadi şimdi kocanı kendin takip et” dediğini eşim daha sonra bana anlatmıştı.
Rahmetli eşime yalan söylediğim için utandım. Ancak utancım onun tahmin ettiği gibi utandırıcı olmadığı için el ele gülerek evimize çocuklarımızın yanına dönmüştük.
. Bu günlerde aşağı yukarı hemen her gün en az üç kadının ya eşi, ya sevgilisi veya en yakınlarından biri tarafından öldürüldüğüne şahit oluyoruz. Oysaki eğer onlar olmasaydı hayatta olmazdık.
Bu günlerde kadınlarla ilgili olarak internet sayfalarına da düşen “Bir kadın gittiğinde” isimli bir yazıyı da beğeneceğinizi umarak burada paylaşıyorum.
Kadınlar bir gün bu dünyadan aramızdan çekip gittiklerinde, arkalarında “yetim- öksüz” kalan çok olur.
Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerinde yarım kalan örgüler, danteller, dikiş malzemeleri, kurdeleler…
Çekmecenin dibinde artık kimsesizdir eski tarak ve tokalar…
Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.
Sık sık boynunu büker sarıkız.
Teki kalmış o eski bardağın, fincanın anlamını bilen olmaz, değerini kimse anlamaz krom hac tasının…
Balkon artık sessizdir, koridor kimsesiz…
Bir kadın gittiğinde…
Ne çok kişi gider aslında; bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir aşçı, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir hasta bakıcı, bir muhasebeci…
Bir anne gider…
Bir dost…
Bir arkadaş...
Bir sevgili…
Ne çok kişi yok olur ardında, bir kadın gittiğinde.
Yaşarken kıymetini bilenlerle yaşamanız dileğiyle
Gününüz aydın gününüz kutlu olsun....