(Geçen yazıdan devam -2)
Köyümüz (İbrala)Yeşildere’nin çok eski tarihlerden beri önemli bir yerleşim yeri olduğunu, bunun en büyük şahitlerinin de, köye girişteki Korundibi ve devamında köy içindeki ilk insanlarının barındığı mağaraları, tabii kalesi ve o yıllarda tertemiz ve bol sulu deresi, derenin suladığı bereketli toprakları, sonrada ora sakinlerince yapılıp bizlere kadar gelen tarihi eserlerinden; kilisesi, camileri, hamamı ve dere üzerindeki birer gerdanlık gibi duran köprüleri, yakınlarındaki ören yerleri ve mezarlıklarıdır.
Yani çok eski dinlere sahip kavimlerin binlerce yıl içinde yaşadığı, sonra İslamdan önceki Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşan sakinlerinin birlikte yaşadığı, tertemiz ve şirince bir yerleşim yeri olduğu anlaşılıyor.
Aşağıdaki tarihi caminin 1645 yılında Hacı Ali adında bir kişinin girişimi ile kiliseden camiye dönüştürüldüğünü biliyoruz. Bundan başka köyün içinden geçen değirmen arkının üzerindeki köprü görevini yapan mermer sütunlar ile eski yıllarda aşağı camiye inen merdiven basamaklarının da, yine birer mermer sütunundan olduğunu, benim yaşımdan sonrakilerde bilirler ki, bu sütunların da, daha önceleri mevcut ama sonradan yıkılan kilise veya havralardan buralara taşındığı anlaşılır.
İşte aklıma geldide; yukarıda saydığım köyün hemen hemen binlerce yıldır birer bekçileri de olan şahitlerine sorsaydık eğer, onlarda dile gelip söyleyebilselerdi, acaba bizlere daha neleri söylerlerdi ki.
Tarihi bilgilere kısaca şöylece baktığımızda: 1071 yılında Alparslan ile Bizanslılar arasındaki Malazgirt savaşından sonra Anadolu kapıları Müslüman Türklere de açılmış, bunlardan Horasan erleri de denilen bölümlerden biri olan, Yunus Emre’nin dedelerinden İsmail Hacı topluluğu da, o yıllardaki Selçuklular veya Karaman oğullarından izin alarak (Larende)Karaman’a bağlı, bugün köyümüzün sınırları içinde olan, Tekke mevkiine yerleşmişlerdir..
Tekke’ye yerleşen ve çoğaldıkça, Mendik ve Kınık’ı bir mahalle haline getiren Yunus Emre’nin atalarının hem kendileri ve hem de daha çok koyun keçiden oluşan hayvanları için kullandıkları kuyuların buz gibi soğuk sularından içtiğinizde, bir oh çekerdiniz ki, çocukluğumda bir başkasının işlerinde çalışırken bende bu kuyulardan çok içmişimdir.
Benden büyüklerin buralarda çalışırken ne hissettiklerini bilmem ama o yıllar çocuk ve ayni zamanda buraların tarihi önemini başkaları gibi ancak kulaktan dolma, bölük pörçük hikâyelere dayalı bilgilerden oluştuğundan, merak ediyorsam da, hakikatini bilmeme imkanım yoktu..Ancak tarihi olaylara ve hele köyümüz ve atalarımız ile ilgili bilgileri öğrenmeye çok hevesli olduğumdan, ilk para kazanma şansını kazandığımdan itibaren okumayı,bilhassa tarihi kitapları alarak okumayı, hep sevdim. Bunlardan biri de tarihçi Cemal Kutay Beyin “Tarih Konuşuyor”Dergisiydi ki, bu derginin bir sayısında rahmetli hemşerimiz İ.Hakkı Konyalının kaleme aldığı, “Yunus Emre’nin mezarı nerede”isimli bir yazısında; olayların geçtiği yerlerin köyümüzün sınırları içinde ve yayla olarak kullanılan Tekke ve civarını anlattığından, bu beni çok çok heyecanlandırmıştı.
Köye ilk izinli geldiğimin ikinci günü babamın merkebine attığım bir heybenin içine gerekenleri ve o tarihi dergiyi de alarak, bu defa eski yıllardaki gibi şöylece bir bakıp geçme değil, bambaşka duygular ve huşu içinde hafif bir meltemin getirdiği taptaze hava ile birlikte kekik ve yavşan kokularını da,taa içimde duya duya sıra ile; Tekke, Mendik, Kınık ve Kulaca’yı oralarda rastladığım şahıslardan da faydalanarak Tekkedeki Camisini, içinde günahlardan arınmak için arasından geçen insanların sürtünmesinden parlamış ve dümdüz olmuş iki direğini, dergide de tek tek sayılan, obruk ve kuyularını gezdim.
Kocaman mezarlıklarında yatanların o yıllardaki adı ile köyümüz İbrala halkının ataları olduğunu da, artık tarihi vesikalardan öğrenmiş bulunduğumdan, içimi kaplayan hüzün ve elem dolu hislerden yaşaran gözlerimle mezarları tararken, acaba benim atam hangi mezardakiydi? diye düşündüm ve Yunus’un şu dörtlüğünü, acı duygularla yavaş yavaş bende söyledim. ..
Yalancı dünyadan kopup göçenler
Ne söylerler ne bir haber verirler
Üzerinde türlü otlar bitenler
Ne söylerler ne bir haber verirler.
Şimdi anlıma geldi de; o söyleyemeyenler, şu anda dile gelip söyleyebilselerdi, acaba bizlere neleri söylerlerdi ki.
O yıllar atalarımızın geçim kaynağı yukarıda da yazdığım gibi; çoğu koyun keçiden oluşan hayvancılık olup, bunlar da çokça oradaki kuyulardan insanların kova kova çekip tahtadan veya taştan yapılmış adına da yalak denilen yerlerden sulanırdı. Bazen de Akpınar ve Akköprü’ye doğru uzanan sürüler, sulanma ihtiyacı doğduğunda, hani bazılarımızın bildiği Akköprünün köyden tarafı Kepez diye bilinen dik ve uçurumlu yerlerinden değil de, köprünün biraz daha aşağısındaki Kızılcakuyu’nun daha düz olan kuzey sırtlarından dereye inerek sulandığını da söylerler.Oralardan her geçtiğimde; o meyilli sırtlardan, susamış olan kocaman koyun sürüsünün tozu dumana katarak boyunlarındaki çıngırak sesleri ile dereye doğru koştuklarını görür gibi olurum..
İşte o yıllarda Tekke’de çobanlık yapan İsmail adındaki bir Allah adamının menkıbesini eski İbralalıların hemen hemen tamamı bilir. O menkıbe kısaca; hani ağanın karısının yaptığı katmeri yerken, Hacca gitmiş olan ağası için; “Keşke ağamda olsaydı da, bu katmerden oda yeseydi”dediği, İsmail’in doymadığını sanan kadının da, bir kaç katmeri bir tabağa koyduktan sonra; “İsmail bunları da koyun güderken yersin dediği, ancak İsmail’in katmerleri doğruca Mekke’ye götürüp ağaya sıcak sıcak verdiği, sonrada; “Ağam tabağı sen gelirken getir, koyunların başında kimseler yok dediği, ağanın Haçtan dönerken karşılayanlara “Hacı ben değilim, İsmail Hacı” diyerek İsmail’i gösterdiği menkıbe.
Tarihçiler Yunus Emrenin 1238 de Karamanda doğup, 1320 yılında yine Karamanda 82 yaşında öldüğünü söylerler.Tarihi vesikalardan öğreniyoruz ki atalarımız 1318 ile1333 tarihleri arasında hüküm süren Karaman oğlu İbrahim beyden Akcaşehir yakınlarında Yerce denilen bir yeri de satın aldıklarını yazar Bu tarihler kıstas alınacak olursa Yunus Emre’nin akıllı babası İsmail ağa o büyük göçten daha evvel Karamanda çoktan ticarete başlamış ,oğlu Yunus’u da en büyük ilim ve irfan okullarına göndermiş oluyor.
Daha sonra üst üste gelen kuraklık sebebiyle, Tekke, oranın mahalleleri olan Kınık ve Mendik’deki halkın çoğunun köyümüz İbrala (Yeşildere) ya, bir kısmının da Karaman’a göçtüklerini çeşitli tarih kayıtlardan öğreniyoruz. Ki sanırım köyümüze ilk defa en büyük Müslüman göç, o yıllarda yapılmıştır
Bu göçü ve oraya gelip yerleşen atalarımızı yukarıda saydığım köyün bekçilerine hele hele o göçü çok daha iyi görmüş olan Kale’mize sorsaydık,oda dile gelip söyleyebilseydi, acaba neleri anlatırdı ki.
Karamanımızın tarihçisi Sayın A.Talat Duru’da; “Belgelerle Yunus Emre” adındaki kitabında, yukarda bahsi geçen Tekke, Mendik ve Kınık örenlerini kastederek; “Yeşildere, bu üç örenden bölünmüş olup, Selçukluların bir boyu olan, Kınık boyuna mensupturlar” diye yazar.
Yunus Emre’nin hem dedesinin ve hem de babasının ismi İsmail’dir.Bu ad koyma geleneğine köyümüzde de uyulduğundan, çocukluğumda da köyümüzde çok ailenin erkek çocuklarının isimleri İsmail veya İsmail Hacı adını taşıyorlardı ki,bu gelenek son yıllarda artık önemini kaybetmiştir.Söylemesi ayıp olmasın ama, şimdiki neslimizden bazıları dedesinin dahi ismini hatırlamazken, bir futbolcu ve artisti daha çok iyi tanıyor..
Yine tarihlerden öğrendiğimize göre yukarıda anılan ören yerlerinden göçenler arasında, Köyümüze göçenler kadar olmasa da, halkının bir kısmının da artık Karaman oğullarının başkenti,ilim irfan yönü ile de büyük ve önemli bir yerleşim yeri olan Larende (Karaman’a) göçtüklerini.(Yukarıda anlatıldığı gibi)Tekkeden göçenlerden birinin de, ileride bütün İslam aleminde, hatta dünyada enbüyük bilim, tasavvuf adamı, şair ve ulu kişi olarak tanınacak olan, Yunus
Emre’nin babası Kirişçi Baba diye anılan İsmail ağa da vardır ki, bu kişinin şimdilerdeki Musalla ve civarına yerleşerek, burada o yıllardaki askerlerin kullandığı okların kirişlerini, buna benzer diğer eşyalarını imal eden, bir Depbay-tabakhane kurarak işlettiğini öğreniyoruz..
Bu mübarek kişinin oğlu olarak dünyaya gelen Yunusta, kendi uğraşları ile birlikte İsmail oğlu Kirişçi baba adıyla meşhur YUNUS EMRE Vakfını kurarak; gelen geçen yolcuların ve o yıllarda Karamanda yaşayan Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi ayrımı yapmadan, fakir halkının yemek yediği bir vakıf kurarak, insanlara yardıma devam etmiştir ki, işte tarihçilerimiz de bizzat Osmanlı, Başbakanlık Kadim Kayıtlar Arşivi ve Konya vakıflarını gösteren ilyazıcı defteri kayıtlarından bir bir çıkararak, Yunus Ermenin, Karamanlı olduğunu da ispat etmişlerdir.
Köyümüzün içindeki vakıf arklarını bazılarımız çok iyi bilirler. Bunların suladığı tarlalarında, bu gibi vakıflara ait olması gerekir ama, şimdilerde kimler sahiplendi kim bilir? Şu anda baraj suları altında kalmış olan ve bizim yaşımızdakilerin çok iyi bildiği Cemel Değirmen’inin kimlere ait olduğunu bilemiyorum ama, köyümüze daha yakın olup, bizlere kadar ulaşmayan Foni Vadisinde Kirişçi’deki değirmen ocağı da denilen yerdeki değirmen ile, bu değirmenin önündeki tarla ve bağların da Yunus Emre’nin anılan vakfına ait akarları olduğunu, Karaman tarihçisi Talat Duru’nun yazdığı Karaman tarihinden öğreniyoruz..
Yunus Emre’nin doğum tarihinin 1238,ölüm tarihinin de 1320 olduğuna göre o ören yerlerinden köyümüz İbrala’ya da, Müslüman Türkler olarak en büyük göçün 1200’lü yılların ortası veya sonlarına doğru olduğu anlaşılmış oluyor ki, işte bende aklıma geldiğinden bütün bunlara şahit olmuş olan yine köyün ortasındaki kaleye sorsaydım, oda dile gelip o günleri, gördüklerini anlatabilseydi acaba ne söylerdi ki.
Bir zamanlar Türkiye çapında mezarının paylaşılamadığı Yunus Emre’nin hem doğum yerinin ve hem de ölümünün Karamanda olduğu, mezarının ise kendi adını taşıyan caminin bir köşesinde bulunduğunu bütün Karamanlılar bilirler. Hatta ta 1648 yılında Osmanlı İmparatorluğu döneminde camiyi ve kabri ziyaret eden Evliya Çelebi de, Yunus Emre’nin burada yattığını yazmıştır.En önemli kanıtlar ise; Yunus Emre ile atalarının ilk yerleşim yerlerinden başlayarak Karamanda devam eden bu ulu kişi ve horantasına ait son yıllarda tarihçilerimizin Osmanlı, Başbakanlık Kadim Arşivleri ile Konyada’ki vakıflara ait belgelerle ispat edilmiştir ki, onlara teşekkür borçluyuz.Tekke’nin de o eski ve bakımsız halinden bu günlerdeki durumuna getirmiş olanlara da ayrıca teşekkürler.
Büyük bir düşünür Yunus Emre için şöyle der; “Büyük adamlar, evvela dünyanın, sonra ülkelerinin ve nihayette şehirlerinin hemşerileridir. Ama Yunus öylesine erişilmez ve eşiz bir şahsiyettir ki;O’nun kemiklerinin, kendi yakınlarında yatması bile, ebedi hayatın temel meselelerinden sayılır, benimsenir ve sevilir”der.
Yunus Emre’nin kemikleri Karamanda kendi adını taşıyan caminin türbesindedir ama o mübarek kişiyi meydana getiren atalarının kemikleri de Tekke’de, Mendik’te, Kınık’ta ve köyümüzdeki mezarlıklardadır. Yani İbrala topraklarında ebedi uykularındadırlar ki, oralarda, bu bakımdan kutsal yerler arasında sayılır bence.
Eğer oralara giderseniz; karşınıza hala ayakta olan ve kocaman bir şehrin mezarlığına eşit büyüklükte mezarlıklarla karşılanırsınız ki; bu gün Karaman’da, Konya’da veya dünyanın diğer bölgelerine yayılmış olan Yeşildere’lilerin çoğunun ataları, orada yatıyor.. Unutmayalım.
Not: Gerek Müslüman aleminde, gerekse başka dinler arasındaki en büyük tarihi cinayetler, mezhep kavgaları sebebiyle olmuştur ki, yakın tarihimizde de gördüğümüz gibi, bir çok suçsuz vatandaşlarımızı boşu boşuna bundan kaybettik. Son zamanlardaki terörcülerin bir düşüncesi de bu olabilir. Dikkatli ve duyarlı olalım.
(Devamı var)