Nüfusu yedi milyarı geçen dünyada yalnız kalmak, yalnızlık çekmek bilmem mümkün mü? Kalabalığı anlatmak için: maşallah Çin Ordusu, gibi deriz. Ülkesinin nüfusu bir buçuk milyarı geçen bir Çinli kalkıp: Kendimi yalnız hissediyorum, dese komik olmaz mı?
İstanbul’un İstiklal Caddesinde, Ankara’nın Kızılay’ında, ya da Karaman’ın İsmet Paşa Caddesi’nde fiziken yalnız kalmanın imkânı yoktur. Beşer, böylesi insan selinde akıntıya kapılan bir dal-odun parçası gibidir. İşine gider, evine gider, ya da o büyülü atmosferin havasında tatlı tatlı gezinir, vitrinlere bakar. Ama gel gör ki kalabalıklarda yalnız olmak, kendisini yalnız hissetmek diye de bir şey vardır. Yalnızlık insanın ruhundadır. Bu, modern toplumun teknoloji çağının amansız hastalığı sefil bir yalnızlık türüdür. Sana metropol yalnızlığı dilerim, şeklinde bir dilek pek ala zamane bedduası olabilir.
Şehir hastalığı bulaşıcıdır. Yalnızlık virüsü, mahalleye, sokağa, apartmana sirayet eder. İnsanlar altlı-üstlü, karşı karşıya otursalar da ömürlerini dairelerinde ayrı kantonlar halinde tüketirler.
Gönüllü yaşanan yalnızlıklar da vardır. Kimilerimiz bir kişilik yaşar. Yalnız kendisi için çalışır. Başkaları onu çok ilgilendirmez. Dünyanın kendi ekseninde döndüğünü zanneder. Bencildir. Kral Faruk sanki.
Kimilerimiz eşi ve çocukları ile kapalı komün hayatı yaşar. Kimseyle görüşmez, gitmez gelmez. Kendisini ev hayatının dayanılmaz rehavetine kaptırmıştır. Evi onun sığınağıdır. Üstelik çiçek, balık, kuş, kedi-köpek gibi küçük hobileri de vardır. Sorsan: Mutsuz da değildir. Bu kendi kendine yetme durumu öyle kötü bir şey de değildir. Kolaydır, doğaldır ve anlaşılabilir bir durumdur.
Geçenlerde 7 yaşındaki torunum, oyuncakçı dükkânı çevirdiği, gözünü kırpmadan çizgi film seyrettiği salonun kapısını kapattı. Neden kapatıyorsun, dediğimde: Ben yalnız olmaktan sıkılmıyorum, demez mi. Bu, torunlarımızı, çocuklarımızı, hatta biz yetişkinleri televizyon, internet ve cep telefonları ile iyiden iyiye birer robot olmaya götüren en iflah olmaz hastalık değil de nedir. Her iyi şeyi, kötü yönde ve dozunu kaçırarak yaşamaya ne kadar da meyilli imişiz meğer.
Bir şiirinde: Muhteşem yalnızlığımın saltanatını sürerim bir başıma odamda, diye yazmıştım. Yalnızlık bir yerde saltanattır. Âşık zaten bunu hak eder, ona yalnızlık yakışır. Yükünden şikâyet etmeyen gönül eridir âşık.
Bunlar böyle de birde hayatın dayattığı yalnızlıklar vardır ki, ayniyle vakidir. Herkesin gördüğü, duyduğu, bildiği, yaşadığı yalnızlıklardır.
Devrimciler yalnızdır. Atatürk Kurtuluş Savaşı başladığında çevresi doluydu. Sıra devrimlere gelince etrafındakiler birer ikişer ayrıldılar.
Sevdiğim bir tanıdığımız bir zamanlar: Çok sevdiğiniz abiniz gençliğinde çocukların sorunlarıyla beni çok yalnız bıraktı. Kadın halimle neler çektim, diye itiraf etti. Biz onları hep sorunsuz, uyumlu ve mutlu bilirdik.
Evlenmeyen erkekler kalabalıklarda her ne kadar: Bekârlık sultanlıktır, deseler de, tenhalarda rezillik olduğunu fısıldarlar. Sonradan sonraya: yalnızlık Allah’a mahsustur, diyerek evlenmek isterler. Ama şartlar kadınları akıllandırmıştır; İsterde ister. Daha da olmazsa: Hastayla, yaşlıyla mı uğraşacağım, diyerek çark eder.
Birde eşleri vefat eden amcalar vardır ki, mezarlık çıkışı şapkalarını düzeltmeye başlayıp ne olursa olsun bir eş ararlar. Durumlarını ise: Evlendiğimizden filan değil, bizimkisi nefes arkadaşlığı yeğenim, diye özetlerler.
Yaşlılar yalnızdır. Gözleri kapıdadır. Günümüzde daha çok da gençler yaşlıları yeteri kadar sevmiyor.
Hastalar yalnızdır. Acıları, ağrıları kişiye özeldir. Damdan düşmeyen anlamaz. Onları, gençleri geçtik bazen yetişkinlerde sevmiyor. Tabiî ki böyle olmayanlarda vardır. Merhametli ve vicdanlı insan evlatları elbet vardır.
Eşi ölen erkek yalnızdır. Nedense önceleri ailecek görüşülen-konuşulan erkeğe kapılar kapanır, herkes sırtını döner. Karaman ağzı ile elerdik (elin uzanabileceği, yakın) yere bile sokulamazlar. Çocukları ile olan ilişkileri zayıflayıp bozulabilir.
Eşi ölen kadın ise, yalnız olsa da evine kapanmaz, geleni gideni olur. Dim dik durur. Çocuklarına kol-kanat olur, onları yetiştirir. Annesi sağ ise onunla oturur, hasta ise ona bakar. Az kahraman değillerdir.
Eşim aktardı. Televizyonda bir kadın: Sonradan sonraya evlendim. Çocuk istemedik. Zamanla ayrıldık. Şimdi hastalanıp yatsam bakanım yok, diye içini dökmüş. Elbette zor. Ama bu durumdan bir hayır çıkarmak elbette mümkündür. Nice çocuklar vardır ki, yakınlarına, olmayan bir çocuğun yarattığı duygudan daha da ağırını yaşatabilirler. Bazı şeylerin olmamasından hayır aramak, hayra yormak bazen en güzel çıkış yoludur.
Dağ başında çoban, ovanın düzünde avcı, kalabalık bulvarlarda ve apartmanlarda insan hep yalnızdır.
Yine de keder yok! Tüm çıkışlar tutulduğunda, en güzel çıkış yolu: Kimsesizlerin Kimsesi Mevla’ya sığınmaktır. İnsan, kendisini O’nda temize çeker. O herkese yeter.