İlk yazım arşivimi genel başlıklar halinde ikinci yazım ise insanı şaşırtıp sarsan “İsveç’te refah düzeyini indirme yolunda çalışmalar yapılıyor” şeklindeydi.
Bu yazımda; ise aile hayatının, birlikte yaşamanın, aynı evde birlikte yaşayıp da 35 yıl boyunca hiç konuşmadan geçirilen bir ömrün gerçek hikâyesi. Savaş desem savaş değil barış desem barış değil. Kuru bir inatla körü körüne sürdürülen uzadıkça uzayan bir dram, yaşarken cehennemi yaşamak belki. Hikâyenin bazı yerlerinde insan acı acı gülümsemiyor değil.
2 Eylül 1978 tarihli ulusal bir gazetenin başlığı aynen şöyle:
45 YILLIK EVLİLİK YAŞAMININ 35 YILINI HİÇ KONUŞMADAN GEÇİRDİLER
(Röportaj: R.K.)
MALATYA- 45 yıldır aynı yastığa baş koymalarına, yaşamın tüm güçlüklerine ortak göğüs germelerine karşın 35 yıl hiç konuşmayan G. çiftinin yaşamları görenleri ve duyanları şaşkına çevirmektedir. Aynı sofrada yemek yemelerine karşı R.G’in çarşıdan kendi aldığı yiyecekleri yemesi, eşi Z.G.’nin evde pişirdiği yemeği yalnız kendisinin yemesi, evlilik maaşından tutun da, bahçedeki ağaçların meyvelerine dek paylaşılmasının 35 yıllık öyküsü vardır.
Malatya Sümerbank Fabrikasından emekli olan 67 yaşındaki R.G. belki de dünyada eşine rastlanmayan yaşamlarını anlatırken, gözlerini yerde sabit bir noktaya dikti. Sanki o noktada 45-50 yıl öncesinin anılarını arıyordu.
HAMBAL REMO
“Pötürge’nin Virancık köyünde evlendik Z. ile İmam nikâhı gıymıştık. İki yıl galdıktan sonra şehere geldik. Keşkem gelmez olaydık. O zamanlar hamballık yapıyordum. Günde elime 10-15 guruş filan geçiyordu, Z. “Hambal Remo”yu beğenmemeye başladı, hemencecik gavgalar da başladı…Hambal Ramo 10-15 guruşa değil gendini, bir çocuğu bile geçindiremezdi. Ama dişimizi sıkıp gine de geçinmeye çalışıyorduk. 4-5 yıl geçti geçmedi bigün çarşıda bi polis goluma girdi, beni garagola götürdü. Gettim, bizim Z. Orada. Zaptiyenin başı olacak uzun boylu bi adam hemen üzerime yürüdü: Ulan utanmıyor musun bu karına niye bakmıyorsun? Dedi. Beni dayaklayacaktı ki, içeri bi bekçi girdi ve Atatürk’ün öldüğünü söyledi. Zabtiyebaşı vurmaktan vaz geçti. Ağlar gibiydi. Benim de canım sıkılmıştı. Sonunda resmi nikâh kıyılması için yanındakilere emir verdi. Bizi bıraktılar. İki hafta gader sonra resmi nikâhımız gıyıldı. Oysa ben boşanmayı düşünüyordum. Şimdi eyicene bana yapıştırdılar Z.’i… ”
BUNDAN SONRA HER ŞEY YARIYARIYA
Bu kavgalar sürerken Malatya Sümerbank fabrikası yapılmış R.G. hemen müracat ederek fabrikaya işçi olarak girmiş.
“Fabrikaya işçi olarak girdiğimde yeniden beni şikayet etmiş garagola…”
- Yine kendisine bakmadığını öne sürerek mii?
“Heyya. Peki dedim garagoldakilere. Bakacağım dedim. O gün eve geldim, Z. e dedim ki, maaşımın yarısı guruşu guruşuna senin olacak. Oturduk anlaştık. Gafamızdan bu anlaşmaya imza da goyduk. O günden sonra maaşımın guruşu guruşuna yarısını Z.e vermeye başladım. Bu anlaşma gününden sonra da hiç kendisiyle gonuşmadım. O da benimle gonuşmadı. Mesela odun alırdık. İki göz evimizin bir odasını kiraya vermiştik. Bu oda Z.indi. kirasını gendisi alırdı. Diğer odada da beraber galırdık. Gündüz gendi odunundan yakardı, gece ise benim odundan yakardı. Halen de böyle yaparık. Ben çarşıdan aldığım aşı, o da evde bişirdiği aşı aynı sofrada yerdik. Yiyok da.”
HAFTADA BİR BERABERLİK
- Peki aldığın maaşı az gösterip ikiye bölme gibi bir şeyler yaptın mı veya yapmayı düşündün mü? Soruma ise sert bir şekilde yanıt verdi:
“Haşşaa… Benim hakkım ona geçsin, onunki baa geçmesin. Onun bi guruşluk hakkı boğazımdan geçmedi.”
- Evliliğiniz süresince değil de, anlaşma yaptıktan sonra hiç mi konuşmadınız?
“Gonuştuk. Mesela şöyle gonuştuk. Gendi gendine sölenir gibi baa laf çakıyordu. Ben de sinirlenip gendisine söylüyordum. Buna benzer gonuşmalar amma yılda 5-6 sefer ancak…”
Aynı odada nasıl kaldıklarını, bunun kendisi için zor olup olmadığını sordum. R.G.’e, dökülmüş dişlerini gösterip gülerek: “10 yıl öncesine dek barabar aynı yastığa baş koyardık haftada bi. Bu da anlaşmada vardı zati. Ben gendisine öyle eyilikler yapardım ki gendisi çamaşırımı bilem yıkamazdı. Halen mahallede parayla gadınlara yakatırım. Çoğu zaman tanıdıklar hayırlarına yıkarlar. Gendisi bangaya yatırırmış parasını. Yeni bi ev yaptırdık da emekli maaşımnan bangadaki parasından yalnız 85 lira verdi.”
SAKLANAN PARALAR
Saatler süren bu konuşmalarımız sırasında odadan dışarı çıkmayan kısa boylu 70 yaşındaki Z.G. ile konuşup resmini çekmek istedim, R.G:
“Ne resmini çektirir ne de saa gözükür gardaş. Benimkini de fazla çekme. Çektiğimiz yetti gayri.” dedi.
15 gün önce karısının Ankara’ya hastaneye gitmesini ise şöyle anlattı:
“Giderken demiş ki: Bangadaki paramdan 5 bin lira aldım. Geri galan param da odanın içinde bir yerde. Ben ölürsem, o parayı ara bul. Ölmezsem heç arama. Gansermiş. İnanmıyorum ya.”
- O gittikten sonra hiç aradın mı peki odadaki parayı?
“Yok gardaşım ne me lazım ölmedi ki arayam. Ben sözümde dururum. Ölene gader de sözümde duracam. Bahçamızda iki tut ağacı vardı da benimki dibine dökülürdü, benimkini toplamazdı. Gendi gendininkini toplar yerdi. Emekliye ayrıldıktan sonra, emekli maaşımın üçte birini ona vermeye başladım. Önceleri söylenip durduysa da sonradan ses çıkarmadı. 9 bin 9 yüz 9 lira aldım son ay. Bunun 3 bin 3 yüz 3 lirasını verdim. Guruşu guruşuna. Heç boşanmayı da akıl etmedim. Düşünmedim bile. Gaderimdir çekecem dedim. Çekip duruyom işte…”
Aslında dünya büyük, dünya geçici. Bilmem kaç milyon yaşındaki yaşlı dünyada çok yaşayan 100 yıl yaşıyor. Hikayedeki kötü örnek Ramo Amca durumuna düşmeden her günü mutlu, mesut, bahtiyar, huzurlu yaşa gitsin.