Müzenin sözlük anlamı: Kazılarda bulunan yapıtların, sanat ve bilime ilişkin nesnelerin, sanat ve bilim yapıtlarının, nesnelerin bir arada ya da ayrı ayrı sergilenip saklandığı, korunduğu alanlardır şeklinde. Antika: Eskilerden kalma az bulunan değerli eşyalardır. Koleksiyon ise çeşitli ürün, eşya, nesne ve objelerin sistemli ve düzenli biriktirilmesi eylemidir. Benim antikacılıktan anladığım ise bir şeyi birazdan anlatacağım her olumsuz şartlara, her türlü saldırılara karşı göğsü25-50-100 yıl siper edip koruyup saklayabilme, sabır sebat edip, azmucezmu kast edebilmedir.
Ülkemizdeki müzeciliğin, antikacılığın ile koleksiyonerliğin nicelik ve nitelik olarak Avrupa, Amerika gibi ileri sanayi toplumlarının çok gerisinde olduğumuz söylenir. Kaynaklar da bunu doğruluyor zaten. Ülkemizde 400, Almanya’da 6 bin, Amerika’da ise 17 bin müze varmış.
Bu yazı teknik, bir araştırma-inceleme yazısı değildir. Had söz konusu olursa onu elbet konunun uzmanlarına bırakırız.
Benim meramım; Yusuf Yıldırım’ın görünce: “Ev Müzeciği” olarak nitelediği, eskilerden kalma oluşturduğum az sayıda, pek mütevazi, bana göre kıymetli eşyalarıma reva görülen muameledir.
Müzeciğimin birkaç üyesini olsun sizinle tanıştırayım, hem insan içine çıksınlar biraz: Beş çocuğun mamasının pişirildiği benimle yaşıt annemden hatıra el kadar ispirtolu ocak, Bursa tur gezisinde kafileyi kaybetme riskini göze alarak edindiğim gazyağlı aynalı lamba, hurdacı deposunda bin türlü atığın içinde bulduğum frenk temalı dev sigara tablası, düne kadar kaynağını bilmediğim Sweden (İsveç) menşeili pompalı gaz ocağı ile kıyma makinesi, Tokat helkesi (bakraç) ı, Pınarbaşı, Eminler köyünden tas, taş plaklar ve diğerleri.
Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi isyanı; Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın 2008 yılında Bayburt’ta senfonik konser sonrasında bir Bayburtlu’nun yaşadığı duygusal travmayı veciz bir şekilde anlatır. Bayburtlu zulmün bir saatle sınırlı kalmasına yatsın kalksın da dua etsin. Bayburtlu’nun adı çıkmış.
Hikayesini birazdan öğreneceğiniz biçarelerimin bedbahtlarımın güngörmemişleriminhasılı kadersizlerimin çeyrek asırdır yaşayageldiği ve elan yaşadığı çileli hayatlarını hazin, ibretlik bir serencamıdır.
Çok şükür evlerimiz büyük, ne alırsak alalım kendilerine bir yer buluyor geçip oturuyor, yani sığabiliyorlar. Fakat benim küçücüklerim o koca evlere sığamıyor. Her temizlikte, evin hanımı tarafından ne kadar lüzumsuz döküntü şeyler olduklarından tutun da, kapının önüne koyuverme tehditlerine kadar uzanan, ucu zaman zaman bana dokunan sözlü taciz ve tarizlere maruz kalırlar ki; garibanların her biri köşelerinde sinerek küçülür ve akşama değin titreşir durur kimsesizlerim. Erkekler bilir; evlerde alınabilecek dev koltuk takımına her daim yer vardır. Lakin, parmak kadar küçücüklerime zerre-i miskal yer yoktur.
Evin hanımının zulmü yetmezmiş gibi, ev temizliğine ilk defa gelen kız kardeşimiz her birini ayrı dağdan taştan toplayıp bir araya getirdiğim arkasızlarımı görüverince: Ahmet amca, nereden topladın bu hurdaları diye gülüp burun kıvırmaz mı. Bismillahirrahmanirrahim. Tövbe yarabbi. Kalkmış ben de sergi açmayı filan düşünürüm. Hadi böylesi hırpalamalara taş oldum dayandım diyelim ama o çilekeşlerin psikolojilerini hiç mi düşünmezsin a kardeş.
İş bununla kalsa yine iyi. Müzeciğimdeki kimi naif parçaları her köklü temizlikte olduğu gibi bir kazaya kurban gitmemeleri için emniyetli bir yere kapattım. Kolay gelsin dileklerimle çarşıya, pazara, İsmet Paşa’ya çıktım.
Saatler sonra akşamüzeri eve döndüm. Bizim kardeşlik çıkmak üzereymiş, sahanlıkta yüzüme bakmadan biraz mahcup biraz tedirgin: Valla ben yapmadım amca, teyzem sebep oldu… dedi, çağırdığı asansörü beklemeden merdivenlerden üçer beşer uçarak kaçar gibi gitti. Yavrucaklarımın başına bir şey geldiği belliydi. Eşim: N’apalım canım cana geleceğine mala gelsin dedi, kızımızı korumaya aldı.
Hepsini her defasında emniyetli bir yere kaldıramam ki. Zorunlu atandığım hasar tespit komisyon başkanlığımın tespitlerine göre: Karaman Lisesi 1968 yılı mezunları 25. Yıl anısına merhum ablama verilen baskılı seramik tabak, Rotary Kulübü’nün 13 Nisan 1996 tarihli etkinlik hatırası olarak katılımcılara verdiği Yunus Emre baskılı seramik tabak ve Taş Belediye fotoğraf çerçevesi kolu kanadı kırık ağır hasar almıştı. Dahili ve harici işbirlikçilerin Ali Cengiz Oyunu’na gelmişti belki de. Özenle korumaya çalıştığım, üzerine titrediğim zarif parçaları bir araya getirmesi için seramik teknikeri tanıdığa götürsem de, kırılan kalbin yapacak ustasının olmadığı her hallerinden belli oluyordu.
Durum böyleyken böyle…
Son yirmi yılda her şeyin tadına baktım. Bir koltukta, ağzı açık bir çuval karpuzu taşımaya kalktım. Hobilerimin derinine inemedim. Kültürüne eremedim. Fakat zevkle yaptım. Yaratılan değerleri ya da her şeyi para ile ölçmez, züğürt tesellisi kabul etmezseniz şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Otun bile bir kökü olur. Kökümüze ait, ruhumuza dokunan her şey kıymetini bilenler için çil çil altın, bilmeyenler için ise bir çuval gazoz kapağıdır.
Bu çok kalender, çok masum, anlaşılabilir hobimin iç ve dış mahfillerin her türlü hainliklerini, önüne çıkan engelleri bizzat yaşayarak gördüm, göreceğim de cabası. Zuhur eden her fırsatta ve ilk fırsatta ekmek su istemez hem öksüz hem yetimlerime yaşattıkları zulümden zerre beis duymuyorlar.
Velhasılıkelam, çevremde ve yaşayarak gördüğüm şudur: Müzeciliğin, antikacılığın, koleksiyonerliğin önündeki tek ve en büyük engel pek kıymetli eşlerimizdir. Görüp anlayabildiğim karşı duruşlarının tek gerekçesi ise, arada bir temizliğe ve tozunun alınmasına ihtiyaç duymaları. Zengin-fakir tüm ülkeler kültüre büyük bütçeler ayırıyor. Tek tek meraklıları da az uğraş vermiyor. Durum böyle iken pek saygıdeğer kadınlarımızın bu emeği temizliğe ve toza kurban etmelerini anlamakta doğrusu büyük zorluk çekiyorum. Aklına mukayyet ol eskici, hurdacı, döküntücü kardeş. Dişlileri sıyırma.
Malum güzel ülkemizin saygıdeğer kadınları eşimiz, annemiz, kız kardeşimiz temizlik meraklısından geçtik, temizlik müptelasıdır. Bu durumda merak etmeden edemiyorum. Ülkemizde hatta dünyada tek bir tane de olsa kadın ev müzecisi, antikacısı ve koleksiyoneri var mıdır. Yoksa bunlar sırf erkeklere mahsus bir düşkü müdür.
Bunu gerçekten merak ediyorum.
MÜZECİLİĞİN-ANTİKACILIĞIN-KOLEKSİYONERLİĞİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL
Paylaş