Siz hiç, 100 yaşını azalan meyveleriyle de olsa kutlamaya hazırlanan ikisi bir arada anıtsal ölçülerde armut ağacı gördünüz mü? Ben gördüm. Lakin o bu arzusunu gerçekleştiremeden 5 yıl önce yeni sahiplerince acımasız balta darbeleriyle ömürlerinin hitama erdiğini anlayınca, onu dikip büyüten görmediğim amcamla bağlarımdan birisinin daha koparıldığını tarifsiz bir hüzünle yaşadım. Koca bağ sanki boşalmıştı. Yakından görmeye o gün gönlüm el vermedi. Uzağından izledim sadece. Ne yaşarsam yaşayım uzaktan yaşamayı yeğledim.
Yazıya başlık olan bu iki armut ağacının hikâyesi yazının ana konusu olsa da, hüznümü seyreltmek için çareyi daha çok onun çevresinde gelişenleri yazmakta buldum.
Tevatür kalabalık dünyada tek tek her insanın kendine özel bir hayatı, özellikleri vardır. İşte onlardan birisi: Cumhuriyet’in ilk eczacılarından Musa Mısırlıoğlu (1901-1943) amcamın yazmak isteyip de bir türlü yazamadığım pırıltılı olduğu kadar hazin hikâyesi.
Eczacılık eğitimini İstanbul’da alır. İyi giyimli, çalışkanlığı yanında, zeki, İstanbul şivesiyle ışıltılar saçan hatipliği, görüş ve sezişleri emsallerinden farklı, zaman zaman coşkulu haletiruhiyesi ile dikkatleri cezbedecek mertebededir.
Yazık ki; büyüklerimizin geçmişten bizlere aktardığı uzun uzadıya hayat hikayeleri yoktur. Bunlar daha çok kulaktan dolma bilgilerdir. Söylencelere göre amcam sınıfındaki hocasının kızına ilgi duyar. İlgisi zamanla tutkuya dönüşür. Halalarımın ifadesiyle abileri kara sevda olmuştur. Fakat, çoğu sevenlerin başına gelen makus talihten o da payına düşeni alacaktır. Vuslat vaki olmaz.
Zekilikten başka fazla olan her şey gibi aklında fazlası ziyandır. Eskiler; akıl bir civadır; kayar derler. Geçmiş kuşağın geçmişe ait hikayeleri hep biraz puslu, hep karanlıktadır. Keşke yakınlarımız, sanki bir aceleleri varmış gibi erkenden göçüp gitmeslerdi. Bizim de aklımızın başına gelmesi yarım asrımızı almasaydı da, onlaranlatsa biz dinlesek ve dahi kayıt altına alsaydık. Heyhat! Kervan geçti gitti.
Çalışkan ne demek; amcam sabır abidesi olduğu halde, günümüz söyleyişi ile dizginlenemez bir hiperaktifmiş. Henüz genç bile sayılmazken, babasının Pınarbaşı Köyü Hanüstü Mevkii’ndeki ucu-bucağı belli olmayan köyün en büyük tek parça taştan geçilmeyen bağın bir bölümünün taşını toplamış, hüyük gibi yığmış. Gidip de taş yığınını gördükçe ağzımdan şu cümle kendiliğinden dökülür: Amcamızın hatırası… Vay benim amcam…
Yine köyün Karalgazi Mevkii’nde bugün faal olmayan kömür madenini 100 sene evvel o keşfetmiş. Bunu; bölgenin bitki örtüsüne ve toprağınbakır rengine bakarak keşfetmiş. Ekseriyetin genel bir görüşü olur ve zahiridir, yüzeyseldir. Fakat o, ekseriyet görüşle yetinmeyen ilerisini mavera (ötesi-arkası) sını görebilme ferasetine sahip nadirdendir. 1960’lı yıllarda kömür ocağından çıkan düşük vasıflı kömürün köylülerce soba ve taş ocaklarda kullanıldığını hatırlıyorum.
O, çağın adamı değil, sonraki çağı görme derdi olandır. Gelişmeye açıktır. Köye menengiç (çıtlık) ağacı ve cins üzüm çubuğu dikilmesine öncülük eder.
Sanki ziraatçi, çiftçiymiş gibi; öğrencilik yaptığı İstanbul’dan getirdiği muşmula çekirdeklerini Pınarbaşı Köyü’nün dağlarına eker. Zamanla, kuşların tohumlarını taşımasıyla muşmula bölgede yaygınlık kazanır.
Yine babasının Hanüstü’ndeki bağına yine İstanbul’dan getirdiği iki armut fidesini elleriyle topladığı taş kümelerinin biraz yukarısına diker. Zamanla, büyüyen fideleri aralarında ve mevcut armut ağacı ile birbirine aşılar.
60’lı yıllardan itibaren 40 yıldır aynı ağaçta farklı zamanlarda olgunlaşan sarı armut, kara armut ve öküz göbeği armutları üzerimize akan sularına aldırmadan ailesi ve biz onlarca yeğeni bilerek-bilmeyerek nefeslenmeden yedik durduk. Sadece biz mi… Vedahi kurtlar, kuşlar ve bilhassa arılar. Ruhuna varmıştır inşallah.
Kaderin garip cilvesi… Her yıl birkaç defa gidip geldiğim bu dağlara, sağlığım ve diğer sebeplerden 5 yıldır gidemedim. Fakat bu zorunlu orucu bozup en kısa zamanda gideceğim. Hanüstü’nde Musa amcamın kendi elleriyle diktiği iki armut ağacının can verdiği çukurla bu defa bizzat yüzleşmeye, dertleşmeye, hasbihal etmeye gideceğim.
Hayatta olmayan iki armut ağacının çukuruyla ne konuşulabilir ki demeyin.
HANÜSTÜ’NDE İKİ ARMUT AĞACI
Paylaş