Osmanlılarda hâkim üretim aracı olan toprak, hükümdar ve hükümdar ailesinin ortak malı sayılırdı. Hükümdar, üretim üzerinden öşür adı verilen ve üretimin 1/10 kadar olan vergiyi, belirlediği iki ayrı topraktan alıyordu. Bunlardan biri, vergileri doğrudan doğruya devlet hazinesine mültezim adı verilen kişilerce yatırılan topraklardı.
Diğeri de, devlete yaptıkları hizmet karşılığında ücret yerine yaptıkları görevlere ve statülerine paralel olarak vergilerinin toplatılması ve bu vergilerle de hem geçimlerinin sağlanılması, hem de, elde ettikleri vergiler oranında atlı asker yetiştirilmesi için tımarlı bey olarak adlandırılan; sadrazam, vezirler, alaybeyleri, sancak beyleri vb. kişilere tahsis edilen ve ikta ya da dirlik adını alan topraklardı.
Bu şekillerde değerlendirilen topraklarda yapılan üretim, değişim değeri için olmadığından; yani toprak üzerinden üretilen tahılların satışları yapılmadığından, üretim ilişkileri sonucunda belirli bir kar sağlayan sosyal sınıflar yoktu. Bunun yerine, devletin bekası temel alındığından, devlet karşısında kesimler mevcuttu. Bu kesimler:
Umera: Devletin askeri ve idari işlerini yürüten ve genellikle saraydaki Enderun adı verilen eğitim kurumundan yetişen kesimlerdi. Bunlar; sadrazam, vezir, nişancı, kaptan-ı Derya, Alaybeyi, Sancakbeyi vb. idiler.
Ulema: Medreselerde yetişen din, adalet ve eğitim işlerini gerçekleştiren kişilerdi. Bunlar, Şeyhülislam, kazasker, kadı, müderris vb. idiler.
Beraya: Zanaatkârlar. Bunlar, demirci, marangoz, arabacı, nalbant, saraç vb. idiler.
Reaya: Osmanlı köylüsünü temsil edenlerdir. Köylüler, üzerinde yaşadıkları ve üretim yaptıkları toprakları terk edemezlerdi. Terk etmeleri durumunda, 10 yıl içersinde gittikleri yerde yakalanırlarsa, önceki yerlerine tekrar getirilirlerdi. 10 yılı aşarsa, son bulundukları yani gittikleri yerde yaşarlardı.
Bilimler; Sosyal Bilimler ve Fen Bilimleri olarak genelde iki grupta toplanırlar. Her toplumun, bu iki bilime de gerekli önemi vererek, yenilikleriyle birlikte izlemeleri gerekir. Bu bilimlerden herhangi birinin ihmal edilmesi toplumların felaketi olabilir.
1585 yılında, İstanbul’da bilim insanları (ulamalar) arasında yapılan tartışmalarda, Fen Bilimleri (fizik, kimya, biyoloji), “Dünya işi ile uğraşır” diye hafife alınmıştır. Bu nedenle, Fen Bilimleri alanında bilim insanlarının yetiştirilmeleri engellenmiş ve böylece de, 18. yüzyılda oluşan Sanayi Devrimine Osmanlı Devleti geçememiştir. Bunun sonucunda da, birçok devletler buhar tribünleri, lokomotifler ve diğer makinelerle katıldıkları 1890 yılı
Viyana Dünya Fuarına Osmanlılar, sanayi ürünü olarak Hacıbekir şekeri ve Hereke halısıyla katılmaktan öteye gidememiştir.
Ortaçağ’da İslam Toplumları altın çağını yaşarken; İslam Bilginleri de Fen Bilimlerine altın çağını yaşatmışlardır.
Osmanlı Devletini içinden bir kurt gibi kemiren tarikatlar ve İstanbul’da ulemanın tartışmaları sonucunda dışlanan Fen Bilimlerinden ve genelde de bilimlerden uzaklaşılması, yıkılmasını hazır hazırlayan önemi etkenlerdir.
Günümüzde değişen ne var?