Annelerimizin, eş ve kız kardeşlerimizin, yani kadınların ev hayatında, çalışma ve sosyal hayatlarında yaptıkları meşakkatli uğraşlar hepimizin malumu. Çok geriye gitmeye gerek yok. Günümüz imkânları içinde bile, ev kadını olmak herhangi bir işte çalışmaktan daha kolay değildir. Sabah gün doğmadan gecenin geç saatlerine kadar yemek, çamaşır, temizlik, alışveriş, çocuk-torun bakımı büyütülmesi derken onlarca küçük ayrıntı içinde ne büyük bir çaba içinde olduklarına hepimiz şahidiz. Onların canlarını dişlerine takıp öf demeden her Allahın günü artan dirençle ayakta durmaları takdire şayandır. Onlara teşekkür etmeyeni, takdir ve taltif etmeyeni zaten Allah çarpar. Mutfak, evlerin en çok zaman alan en nankör alanıdır. Aile bireyleri annenin pişirdiği yemekleri beş dakikada Beşiktaş yapar, daha sofradan kalkmadan akşama ne yiyeceğiz diye de görev yüklerler. Hele birde çocukların ben bunu sevmem, ben bunu yememleri yok mu tam Allahümme sabirin (Allahım sen bana sabır ver)liktir. Bazı günler yemekli davetler olur ki ortaya çıkan mamulâtın çeşit ve zenginliği her türlü övgünün üzerindedir. Sayısız onlarca güzelliği sadece emekle değil, şaşılacak derecede becerileri ile ortaya koyarlar. Ekmek fabrikaları her gün on binlerce ekmek çıkardığı halde daha çok da köylerde kadınlar her hafta mayalı, şebit, taptup ekmek yapar. Hamur geceden yoğrulur, sabah erken tandır-ocak yakılır, ev halkı uyurken kahvaltı saatine kadar o iş tamamdır bile. Yatan aslandan, gezen tilki iyidir derler. Oturanların yürüyenlere yatanların ayaktakilere ödemekle bitiremeyeceği borcu vardır. Eğer bu işler erkeğe ait olsaydı, birinci ikinci günü bilmem ama, üçüncü gün kesin istifa dilekçelerini verirlerdi. Ortalığı, her şeyi ve herkesi kırıp geçirmeleri de cabası. Bir hafta denemesi bedava. Günümüzde azalsa da, çocuk sahibi 15-20 yaşındaki anne, küçük bebeğini beler. (bezle sarma işi) 2-3 metre uzunluğundaki uçkurla yardım almadan çocuğu sırtına hop edip bağlamak suretiyle bağ-bahçeye çapaya gider. Aynı yaştaki Amerikalı ya da İngiliz kadın aynı şeyi istese de yapamaz. İstediği kadar denesin, bebeği her devasında tepesinin üstüne düşürür. Çocuktan da olurdu gâvur. Köylük-kasabalık yerlerde hala eşeğe-katıra çuval, sandık, küfe yükleyenler vardır. Kadın-erkek yardım almadan 40 kiloluk yükün ilkini kayadan-yükseltiden aldığı destekle, sonrasında onu dengeleyecek olan ikincisini bağlayıp sarar. Köy yerinde kimi bulacak, pek çok işi kendisi şaşılacak bir beceriyle şappadak (şipşak) yapar. Gazetelerde, şehirlerarası yollarda hasta danasını Murat 124’ün arka koltuğunda şehre veterinere götüren, pratik zekalı sahibini ve Dana Ferhat başlıklı haberi görüp okumadınız mı. Feylesof köylüm ambulans çağıracak değildi ya. Şehirde otomobilin camından çıkardığı beş metre korniş, su borusu yada kerestesini taşıyan birilerini hiç mi görmediniz. Elektriğin olmadığı yıllarda köylü, şehirden aldığı gaz lambasının camını, iki açık ucundan geçirdiği iple birebir kolye gibi boynuna asar, evine kadar kırılmadan taşırdı. Köylümüz sadece becerikli değil, zeki de… Seksenli yıllarda babam emekli memur olmasına rağmen, heves edip babasından hatıra bağ yerinden mobiliyet ile mevsiminde bir-iki kova üzüm ve bir çuval çalı-çırpıyı Pınarbaşı köyü dağlarından Karaman’daki evimize kadar getirirdi. O öldükten sonra aynı motorla bir poşet üzümde ben getireyim dedim, daha köyü kurtarmadan (çıkmadan) poşet yırtıldı, üzümler yollara dökülüp saçıldı. Üzümden geçtim, Karaman’a kendimi zor attım. Elektrikli yükleyiciler çıkmadan evvel, hamallar bir kamyon dökme buğdayı on dakikada boşaltırlar. Çuvallanmış 10-15 ton unu çok değil, iki sigara içinceye kadar üst üste ip gibi dizer, minare gibi yüklerlerdi. Emekli öğretmen bacanağım İbrahim hocam zaten her zaman nöbetçi tamirci. Eşe dosta yapılacak bir şey var mı diye sorar. Benim evime tamircinin biri gelip gittiği halde, banka emeklisi ortanca bacanağım Erdoğan abimin evine daha tamirci-bakımcı girmemiştir. Otomobilini bile kendisi tamir eder. Biliyorsunuzdur. Polisimiz en karanlık bir olayı kendine özel yöntemlerle şıp diye çözer. Gâvurun polisi gibi düşünüp taşınmaz. Doktorumuz hastasının yüzüne bakar bakmaz derdini anlar, ertesi gün sevabına safra kesesini alır. Gâvurun doktoru gibi şumuydu bumuydu diye tereddüt etmez. On yaşındaki kız çocuğuna bir bakın isterseniz. Kendi boyundan uzun saçını, başının üstüne ya da arkasına seri bir şekilde çevire çevire, göz boyar gibi iki saniyede ağzında hazır tuttuğu toka-firkete ile topuz ya da atkuyruğu yapıverir. Ee ne de olsa anasının kızıdır. Çünkü görgülü kuşlar, gördüğünü işler derler. Mevlana: dünyanın en güç işi, bir şeyin nasıl yapılacağını bilirken, birinin nasıl yapamadığını ses çıkarmadan seyretmektir, demiş. Valla bize ne. O kadarını da toprağa çivi çakamayanlar, elinden kör eşeklerin bile yem yemeği beceriksizler düşünsün. Öyleleri için bir kardeşimizin: Allah seni niye yarattı ki dediği elganemler (elinden iş gelmeyenler) düşünsün. Bize ne. Ne yaparlarsa yapsınlar, nörürlerse görsünler. Onlarda öyle olmayaydılar.
İnsanımız Beceriklidir
Paylaş