Kocatepe’deki bir yalnız insan, Selçuklu ve Osmanlının tarihin derinliklerine atarak yok olmaya terk ettiği Türkçe ve Türkü, atıldığı yerden gün yüzüne çekip çıkardı.
Öyle ki; Devlete adını veren Selçuk Bey ve beraberindekilerin Türkçe adlar taşımalarına rağmen, son hükümdarların Keykavus, Keykubat gibi Farsça adlardır. En önemlisi de, devletin resmi dili Türkçe değil, Farsçadır. Ayrıca sarayda ve yazı dilinde Farsçayı kullanmış, adeta Türkçe, kaba bir dil olarak, avam olarak değerlendirdikleri, halkın içine sığınmıştır.
15 ve 16 yüzyıllara Batılılar, Türk asırları derken, biz kendimizi; içinde hiç Türk ve Türkçe ad geçmeyen; Osmanlı, Safevi, Timur, Babür, Özbek, Kazak, Uygur gibi adlarla adlandırıyorduk…
Osmanlı Orduları da:
Eyalet Askerleri, Yeniçeri,
Nizam-ı Cedid,
Sekban-ı Cedid,
Asakir-i Mansure-i Muhammediyedir.
Görüleceği gibi ordularının adlarında da Türkçe yoktur…
Osmanlı Döneminde: toprağını üst üste üç yıl boş bırakamayan ve bulunduğu toprağı terk edemeyen ve kendisinin olmayan toprağı işlemesinden dolayı devlete ürettiği ürünler üzerinden yüz de on öşür adı verilen vergi ödeyen köylü (reaya),
Zanaatla uğraşan beraya,
Devşirilen ve doğrudan sadrazama bağlı ve saraydaki Enderun da eğitim gören askeri ve idari işleri yürüten umera,
Ve nihayet, şeyhülislama bağlı olarak eğitim ve yargı işlerinde görevli ve medreselerden mezun olan ulema katmanları vardı.
Devletin son yıllarına gelindiğinde ise:
Eğitim, ikizdir; medreselerin yanında sivil okullar da vardır, sivil okullar dahi kültür bakımından medreselerin kontrolleri altındadır,
Adalet ikizdir; Batı dünyasından alınan kanunlarla hükmeden mahkemeler ve hâkimler; şeriat esaslarına göre hükmeden şer’iyye mahkemeleri ve kadılar vardır,
Fetvasız savaşlara girilmez,
Aile tamamıyla şeriatçılığın emri altındadır,
İstanbul’dan en uzak merkeze doğru her yerde iki kadro iç içe görünür; sarıklı kadro daha nüfuzludur. En itibarlı vali bile sarığa karşı riyakarlık eder,
Kadın, hukuksuzdur…
Kocatepe’deki yalnız insan İşte, böyle bir ortamda toplumun önüne “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyerek çıkmıştır…
Atatürk, toplumun önüne bir hedef koyan ve o hedefe doğru halkı motive ederek yönlendiren bir devlet adamıdır. Atatürk’ün her zaman dayanağı halk olmuştur, böylece bütün eylemlerine meşruiyet kazandırmıştır.
Atatürk, toplumdaki tüm ulusal güçleri birleştirerek içte güçlülüğü sağlamış, bunun sonucunda da dışta güçlü olmuş ve karşılaştığı tüm engelleri başarıyla aşmıştır.
Atatürk askerliği döneminde:
Sakarya Meydan Savaşı’nda; “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır,” diyerek,
Başkomutanlık Meydan Savaşı’nda; “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!” diyerek, ordularına cesaret verip, sonuç almaya doğru yönlendirmiştir.
Atatürk’ün toplumu yönlendirdiği nihai hedefi: “Çağdaş uygarlığı yakalamak ve O’nu geçmektir.”
Bunun için öncelikle cehaletle mücadele edilecektir. Bu mücadele yıllar önce başlamıştır ve bütün engellemelere ve karşı devrim özlemlerinin girişimlerine rağmen, sürmektedir ve er geç sonuç alınacaktır.
Atatürk, Misak-ı Milli Devletini kurmuş ve devletin içini; özgürlük, bağımsızlık, ulusal egemenlik ve cumhuriyet projeleriyle doldurmuştur.
Atatürk, 1930 yıllardan itibaren Almanya ve İtalya’da ortaya çıkmaya başlayan “üstün ırk” tezine karşılık; “kültür üstünlüğü” tezini ortaya atmış ve bu doğrultuda da Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumunu kurarak, dildeki ve tarih ve kültürdeki zenginliklerimizi ortaya koymuştur.
Ayrıca, Türkler tarafından oluşturulan bütün kurumlardan sadece: Göktürk Devleti’nin içinde Türk adı geçmekte iken, Atatürk; Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk Ordusu, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu gibi kurumlara Türk adı vermiştir.
Acaba;
Osmanlı sevdalıları,
Atatürk karşıtları,
Cumhuriyet karşıtları,
Yerli ve milli oldukları iddiasında bulunanlar,
Türk olmayı ve de Osmanlıca yerine Türkçe konuşup yazmayı, içlerine sindirebilmişler midir?
Atalarının mezar taşlarını okumak isteyenler, o mezar taşlarında Türkçe bir şeyler yazmadığını bilmiyorlar mı?
Atatürk, Kur’an’ı ve Hadisleri Türkçeye çevirtmiş, Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuş, Kur’an Kurslarını açmış, İlahiyat Fakültelerini kurmuş, Hutbenin Türkçe okunmasını sağlamıştır.
Böylece Kocatepe’deki yalnız insan, yüzleri ve beyinleri çağdaşlığa dönmüş bir toplum oluşturarak, tarihsel misyonunu gerçekleştirmiştir.
Başkomutanlık Meydan Savaşı Zaferinin 96 yılını kutlar; başta Mustafa Kemal olmak üzere bütün şehit ve gazilerimizi bir kez daha saygıyla, şükranla, minnetle ve rahmetle anıyorum…