Yazının başlığı her ne kadar, Korona’dan Sonra olsa da, herkesin malumu pandemi henüz gelmiş-geçmiş değildir. Erken bir; iyi yoldayız rehavetine kapıldığımız kesin. Son veriler iyimserliğe kapılmamamız gerektiğini söylüyor. İnsan faktörü pek çok şeyde belirleyicidir. Tedbir, devletten önce insana düşüyor. Başarı insanların endişe yüksekliğine bağlı. Tek tek kaygı duyup sorumlu davranacağız.
Korona’nın, devletleri her alanda yeni bir düzenleme ve anlayışla pozisyon almaya sevk edeceği muhakkak.
Bilime olan yönelimin, araştırma-gelişmeye ayrılacak bütçelerin katlanarak artacağını-artması gerektiğini umarım devletleri yönetenler de anlamışlardır.
Cumhuriyet’in eseri olan sağlık altyapısının ne denli önemli olduğunu, sağlığa yatırımın zorunlu ve hayati olduğunu yaşayarak anladık.
Yine, ithal etmeden buğday yetiştirmeye ne denli mecbur olduğumuzu inşallah anlamışızdır. Tarım olmadan sanayi devi olmanın çok da anlamlı olmadığını, ikisinin birlikte olması gerektiğini gördük. Türkiye’nin yirmide bir yüzölçümüne sahip, el kadar Hollanda dünyayı doyuruyor. Bir ülke neden üretmez, çoğu Arap ülkesi gibi eti, sütü, peyniri, buğdayı, mercimeği ithal eder. Ha tüfeği omuza takıp dağa çıkıp hainlik yapmışsın, ha toprak orada boş yatarken ülkenin sınırlı parasını gavurlara avuç avuç dağıtmışsın. Bir de, birim alandan alınan ürünü artırıp kendimizi sonra da komşularımızı doyurabilmeliyiz. Bize, evdeki saksıya bile domates yetiştirme heyecanını verecek yöneticiler lazım.
Uçsuz bucaksız meralara sahipken, denizaşırı ülkelerden angusmangus getirmek aklımızı peynir ekmekle yemek değil de nedir.
Bu sular yağmurlar her zaman böyle akacak sanıyorsak, en azından pek safız demektir. Sular kesildiğinde yüzümüzü nasıl bir avuç suyla yıkayabiliyor, bir bardak suyla nasıl tıraş olup dişimizi fırçalayabiliyorsak, bunu neden sular akarken de yapmayız.
Devlet ne yapsın, belediye ne yapsın, daha geçenlerde televizyonlarda gördük; dalgıçlar Antalya’nın denizlerinde maske-eldiven topluyordu. Biz Ortadoğu ülkesiyiz, tavsiyeden-lütfenden anlamayız. Bilimden yana yöneticiler böylesi durumlarda kamunun menfaati için otoriter olmak durumundadır. Uzakdoğu’nun bazı ülkelerine bakın, asker gibi bir işaretle yatıp bir işaretle kalkıyorlar. Kimse ayrı baş tutmuyor. Avrupalı zaten bilinçli, tedbirini kendisi alıyor.
Hiçbir şeyden ders almıyoruz. Ne terörden, ne depremden ne de salgından. Yöneticilerimiz Korona’dan sonra stratejik alan ve ürünlerin değerini acı bir tecrübeyle de olsa umarım alırlar.
Eğitim, sağlık ve güvenlik milli olmalıdır, milletleştirilmelidir. Devlet bu alanlarda asli olmalı, ortağı olmamalıdır.
Devletin yangın, sel, deprem, salgın felaketlerinde kozmik odası-bilgi bankası olmalı, iş başa gelince ne yapacağını, ne üreteceğini bilmelidir. Hık-mık etmeden atacağı adımları ezbere bilmelidir.
Bir de akıl var yakın var. Belediye ve muhtarlara bu alanlarda yetki ve görev verilmelidir. Ülke büyük, insan çok, Ankara oturduğu yerden her noktaya ulaşamayabilir, ulaşıncaya kadar hasta ölebilir. Ülke sathında 4 bin belediye, 50 bin muhtar var. Harikalar yaratabilirler.
Valla baba yorgun, vatandaş yorgun. Bu saatten sonra kalkıp bir de NATO, Avrupa Birliği, Dünya Sağlık Örgütü ne olur diye çok da endişelenmeyelim. Bugün biz bize düşeni yapalım, gerisini de yarın başa gelince düşünürüz.
KORONA’DAN SONRA
Paylaş