Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne olduğu gibi Onun kurucusu Mustafa Kemâl Atatürk’e karşı da saldırı ve ihanetler aradan geçen yaklaşık bir asra rağmen halâ devam ediyor. Milli Mücadele yıllarında Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Bolşevikler ve içerideki bazı unsurlar saldırıyordu. Şimdi ise onların uzantıları görevi devralmış durumda. Ancak bugünkü saldırılarda Rıza Nur kaynak gösteriliyor. Hâlbuki Rıza Nur, Türk Tarihi adlı kitabında Atatürk hakkında şunları yazıyor:
“Anadolu, Mütareke ’den (Mondros Ateşkes Antlaşması) biraz sonra zaten uyanmaya başlamıştı. Her tarafta vatan müdafaası kaygıları yürekleri depretiyordu. Anadolu’ya “müfettiş” olarak giden Mustafa Kemâl Paşa, Samsun ve Amasya’dan itibaren mukavemet hazırlamaya başlamıştı…1
“Erzurum Kongresi toplanmış, Mustafa Kemâl Paşa’nın riyasetiyle müzakerelerini yapıp mukavemet ve müdafaaya karar vermiş, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti namıyla bir teşkilata başlamıştı. Çanakkale Muharebelerinde ve bilhassa Anafarta Müdafaasında büyük hizmetler görmüş ve kahramanlık göstermiş olan Mustafa Kemâl Paşa, Kongre’den sonra Sivas’a gelmiş, orada Hükümeti idare için Heyet-i Temsiliye namıyla bir heyet teşkil etmiştir. Sivas’ta yapılan içtima İzmir Cephesinde teşekkül eden Müdafaa Cemiyetleriyle Erzurum ve Adana Cephesi hareketini yekdiğerine birleştirdi. Bu vakıa ile Mustafa Kemâl Paşa, müdafaa guruplarının başına geçmiş oluyordu. Arkadaşlarıyla beraber oradan Ankara’ya gelmişler, faaliyete başlamışlardır…2
“16 Mart işgali (İstanbul’un İngilizlerce işgali) üzerine İstanbul’dan kaçıp gelen mebuslar ve vatanperverler Heyet-i Temsiliye ile Ankara’da birleştiler. Heyet-i Temsiliye bütün Anadolu’da yeniden intihab (seçim) yaptırıp her sancaktan beşer mebus getirtiyordu. Bu sancaklara İstanbul, İzmir ve Edirne gibi işgal altındaki yerler de dâhildi. Bu mebuslar İstanbul’dan gelen mebuslarla birleşerek Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti namıyla bir Hükümet teşkil etti. Nazırlara “vükelâ” nın müfredi olan (şahsı işaret eden) “vekil” unvanını verdi. Mustafa Kemâl Paşa, hem Meclis’in hem Heyet-i Vekile’nin reisi intihab olundu. Meclis hem teşrii (kanun yapma), hem icraî (yürütme) vazifeleri uhdesinde cem etti; hükümdar makamına kaim (sahip, mevcut) oldu. Bu suretle hâkimiyet padişahlardan millete geçti. Yani hâkimiyet-i milliye ve bir nevi cumhuriyet teessüs (kurulmak) etti...3
“Eskişehir ricati (geri çekilme) üzerine ordumuzun bir kısmı dağılmış, Ankara’da Hükümet şaşırmış, merkez Kayseri’ye nakledilmiş, Ankara kıyamet günü olmuştu. Bu anda yine her şeyin mahvolmasına ramak kalmıştı. Hâlbuki Büyük Millet Meclisi tarihin şerefle yazması lazım gelen bir metanet gösterip Ankara’da kalmış, ordunun ahvalini tetkik için benim de içinde bulunduğum on dört kişilik bir mebus heyeti göndermiş, bu heyetin avdetinde üç gün üç gece devam eden tarihi gizli celselerde mühim kararlar alıp pek az bir zamanda orduyu eski haline getirmiştir. Her kimde silah varsa toplayıp orduya göndermiş, herkesin malının %40 miktarına vaz’ıyed (el koymak) etmiş, Mustafa Kemâl Paşa’yı Başkumandan tayin eylemiştir. Böyle yapılmasaydı dava bitiyor, Türkiye istiklâlini kaybedip gidiyordu…4
“Müzakerenin (Lozan Görüşmeleri) inkıtaı (kesilme) esnasında Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Giresunlu Topal Osman Ağa tarafından boğuldu. Osman Ağa, Hükümetin teslim teklifine itaat etmeyip üzerine sevk edilen askerle müsademe (silahlı çarpışma) etmiş ve maktul (öldürülmüş) düşmüştür. İşte bu vaka iledir ki Meclis fena bir devreye girildiğini görerek vatan selameti namına yeni bir intihab yapılması için kendisinin feshi (bozmak, hükümsüz bırakmak) kararını verdi. Gazi Mustafa Kemâl Paşa, müdafaa-i memleket için toplanmış olan Müdafaa-i hukuk Cemiyetlerini Halk Fırkasına kalbedip (dönüştürmek) neşrettiği umdelerle (fikir, vaat) intihabata başladı. İntihabatın Hükümet lehine vaki olması Avrupalılara Hükümetin kuvveti hakkında itimat verdiğinden sulhun intac (meydana getirme) ve muahedenamenin (anlaşma) imzalanması kolaylaştı. Sulhtan sonra yeni Büyük Millet Meclisi toplanıp Cumhuriyeti ve Ankara’nın Hükümet Merkezi olduğunu ilan etti. Hâkimiyet-i milliye devresi zaten Cumhuriyet’ti, bu sefer adı da resmen söylenmiş oldu…5
“İşte bu Hükümetin, bu Meclisin, bu Ordunun başında daima Mustafa Kemâl bulunuyordu. Bu üç müessesenin ve her şeyin ruhu O idi. Bu zat pek zeki, pek münevver, cevval, gece gündüz durmayıp, uyku uyumayıp çalışan biri idi…” 6