Mevsim itibariyle bugünlerde çokça pişirmeye başladığımız ancak; fiyatları ve ithal edildiklerinden içlerindeki GDO ve benzeri maddelerle gündemdeki Fasulye, Nohut ve Mercimek gibi baklagillerin ve bunlarla birlikte yine kış aylarında pişirilen diğer kuruların bir zamanlardaki köyümüz (İbrala) Yeşildere’deki çeşitleri, yetiştirilmeleri, kurutulmaları, kışa ve pişirilmeye hazır vaziyete getirildikleri aklıma geldi..
1930-1950 yıllarında Köyümüzün bağlı bulunduğu Karaman’a öyle gezmek için değil, oradaki resmi dairelerde göreceğin bir iş veya yalnız orada bulunan bir malzemeyi almak için mecburiyetten, o da hayvanlarla dağ yolundan, at arabalarının çoğalması ile aşağı düz yoldan gidilip gelinirdi ki, bu da en azından, gidiş/geliş iki veya üç günü bulurdu.
Bu gidiş gelişler hayvanlarla yapıldığından; yol güzergâhında, hem insan ve hem de hayvanların barınağı olan hanlar olurdu ki, bizim köy halkının en fazla konakladığı hanın, Kervansaray Han’ı olduğunu duymuştum.
1950’li yıllarındaki belediyenin; üstü tente ile örtülü, hem yolcu ve hem de eşya taşıyan kamyonu, bilhassa kış aylarında Karaman’a gidip gelirken çamura saplandığında, kurtarmak için yolcularla birlikte halatlara asıldığımız günler çok olmuştu, ki o günlerde hem devletin olanakları kısıtlı ve hem de yurttaşlar olarak yoksulduk.
Deremizin bol ve tertemiz suları ile önceleri köyün hemen hemen içinde ve en yakınlarındaki Yukarıdere, Karşıyaka, Aşağıdere, Nalıma, Adabendi ve Kızılcakuyunun iki yakası gibi yakın mevkilerde, daha sonraları da, çoğumuzun bildiği üzere; at arabası ve motorlu vasıtaların yıl yıl devreye girmeleri sebebiyle; daha uzaktaki Demircik, Kayaönü, Kirişci, Ova Unu (Huni) gibi sulanır arazilerde; önce hububat, sonra da, hele bir de teknik bilgiye de ulaşılarak, ziraatın hemen hemen bütün dallarında iyi derecelere ulaşılmış ve köyün ekonomisine büyük katkılar sağlamıştır.
Yazımın konusu ve mevsim itibariyle de; daha çok bu günlerde pişirilmeye başlanılan bu kuruların başında fasulye, nohut ve mercimek gibi baklagiller gelir ama maalesef hele bu günlerde onların fiyatlarına bayağı bedel ödediğimiz gibi, bunların yetiştirilmesi sırasında kullanılan kimyevi maddelerin neler olduğunu da bilemiyoruz.
Ben bu yazımla işte o çocukluk yıllarımdaki bu ve buna benzer sebze ve meyvelerin yeşilken veya kurutulmuş şekline gelinceye kadarki kısa hikâyelerini anlatmak istedim.
O yıllardaki Karşıyaka dediğimiz derenin güney kesimi, bent başı denilen yerden, köy içinde, aşağı tarihi Döşeme Köprüsüne kadar tarla vaziyetinde olup, deremizin o günlerdeki bol suları ile sulandığı için; daha çok mısır, sebzelerin her çeşidi, ara sıra da buğday, arpa. Daha yukarısı sulanmayan kısımlarda arpa, kavun, karpuz ve nohut ekilirdi. Bazı tarlaların kenarlarında ise; yalnız yabani armut, iğde ve karaağaç denilen ağaçlar bulunurdu. Sonraları buralar bahçe haline getirildiler.
Köyün hemen doğusundan başlayıp Kızıllar (Taşkale) sınırına kadar olan bahçeler; Yukarıdere adı ile anılırdı ki, burası hele yaz aylarında gündüzleri; bahçesi olanların tamamı, başka yerlerde işi yoksa çokça burada oldukları için, bir hayli kalabalık da olurdu.
İşte bizim de bir bahçemizin bulunduğu Yukarıdere; bilhassa bahardan, son güz aylarına kadar hemen hemen benim çocukluğumun da geçtiği yerdir.
Bahçemiz o kadar geniş bir bahçe olmamasına rağmen; biz kışlık kurularımızın tamamını, bu ve hemen derenin öbür yakasında adına Külür Bağı dediğimiz, daha küçük bir bahçe ile ismini hemen yanındaki güdük cevizlerden yakıştırdığımız ve adına “Güdük” dediğimiz, bahçemizden birazcık büyük, tarlamızdan karşılardık.
İşte ben artık okula da gitmeye başladığımdan; ailenin en büyük çocuğu olarak, havanın müsait günlerinde, bütün bir kış boyu, anamın ve babamın hazırlayıp eşeğimizin sırtına attıkları hayvanlarımıza ait gübre hararlarını, bu bahçe ve tarlamıza kadar götürüp, ara ara boşaltarak, bütün bahçenin çiftlik gübresi ile gübrelenmesini yapardım.
Mevsimi de geldiğinde; bahçelerimiz ve anılan tarla, babamın amcasından aldığı öküzleri ve sabanı ile sürülür, ekilecek sebzeye göre; anamın ve babamın kullandığı, tartmayla gereken karıkları yapılırdı. Sırasına göre; ilk önce ekilecek tohumlar ve sonra da havaların biraz daha ısınması ile anamın münasip ve oldukça sıcak bir yerde tohumlarından ekip yetiştirdiği fideler, karıklarına dikilirlerdi.
Hanımlarımızın el emeği ve alın teri ile tımarları yapılır, erkence ekilenlerinden bazılarının da ilk tadımlıklarına haziran ayında ulaşılırdı ki, buna köyde; “Yeşili tattık, derdi attık”denirdi.
O günleri düşünürüm de; bütün köy halkı olarak, çoğunu en az önümüzdeki yılki haziran ayına kadar, hiç göremeyeceğimiz sebze ve meyveleri, yaz boyu (eğer aniden bir soğuk gelip vurmamışsa) sonbahar aylarına kadar bol bol yenir, bazılarının fazlalarını da, önümüzdeki kış ayları için kurutarak, ambar veya buna benzer yerlerde muhafaza altına alınırdı..
KURUTULAN SEBZELER: O yıllar adına “ülübü” dediğimiz ve diktiğimiz sırıklara tırmanan salkım salkım taze fasulyeler, kendilerine mahsus mis gibi kokularını da duya duya toplanır, yemeği yapılarak afiyetle yenirdi. Fazlası ise kenarlarındaki iplikleri dâhil ayıklanır, keskin bıçaklarla dilinerek kurutulurdu. Eğer toplanan fasulyeler çoksa, bu iş akşamları hemen evin önünde komşu kadınların da yardımı ve sohbetleri arasında yapılırdı.
Fasulyeden başka sebzelerden o yılki günlerden gördüğüm kadarı ile tazelerinden kabaklar da; ince dilimler halinde ve bunların çiçekleri, biberler, domateslerin olgunları ve hatta adına
“tokmakan” denilen semizotu bile kurutulur, pişirildikten sonra üzerine sarımsaklı yoğurt konularak afiyetle yenilirdi. Bu arada; taze pancarın yapraklarının bile kurutularak yenildiğini hatırlıyorum.
Yine hatırladığımda; kurutulmuş fasulyeler, önce haşlanırken, içine o domates kuruları da ilave edilir, sonra ayrı bir tencerede içine yağ ve gerekenler de ilave edilerek pişirilirdi ki, o domates kuruları, yemeğe ayrıca bir çeşni renk getirirdi.
Haşlanmış olan bu fasulyeden; içine tuz da ilave ederek, ekmek arasında yediğim günlerimi hatırlarım. Yukarıda saydığım sebze kurularının aşağı yukarı tamamına; pişirildikten sonra, üzerine bol sarımsaklı yoğurt ilave olunarak yenilirdi.
Geniş arazimiz olmadığından, annem bu taze fasulyelerin bazılarını toplamadan bırakarak tohumlarının olgunlaşma ve kurumaya başladığında toplar, bir kısmını önümüzdeki yıl için tohuma ayırır, fazlasını ise, kışın kuru olarak pişirirdi. Ayrıca bazen de Döşeme ve Güdük’teki tarlanın birazına sırıksız fasulye ve nohut ekilir, kışın kuru olarak pişirilirdi.
Yalnız kuru fasulye veya Nohut olarak ekilenler ise; geniş arazisi olanlar tarafından, tarlaya kapama olarak ekilir, zamanında hasadı yapılarak, piyasaya çıkarılırdı. Nohut ve mercimekler daha çok kıraç tarlalara ekilirdi.
Bunlardan başka; o yıllarda yasak olmayan Afyon ve Kendirdik tohumları da kurutularak kışın buğday kavurgaları içinde çeşni olarak, hele afyonun sakızı satılarak, tohumlarından yemeklik yağ çıkartılarak değerlendirilirdi. Kışlık soğan ve sarımsaklar da, zamanında toplanır, kurutulur, belirli yerlerde saklanırdı ki, her ikisi de; aşağı yukarı yemeklerin çoğunda kullanılırdı.
MEYVE KURULARI: O yıllarda köyümüzde en fazla bulunan meyveler ceviz, üzümerik ve biraz da kayısı olurdu ki, güz aylarında; o yıllardaki toprak damların çoğunu bunlar kaplardı. Benim çocuk olduğum o yıllarda, diğer meyveler mevsim içinde tüketildikleri için kurutulmaya hemen hemen kalmazdı. Bunlardan az miktarda Karaerik, Akerik de bulunduğunu hatırlıyorum. Bunlara ilave olarak; damlarda adına “çığ” denilen, bir nevi bitki sapları üzerinde üçgen şeklindeki tahranalar ve o yıllarda çok ekilen Mısırlar da, o damlarda kurutulur, bazıları değirmenlerde öğütülerek ekmeği yapılırdı ki, hele sıcakken, yemeye doyamazdık.
Bugünlerde Pazar veya marketlerden aldığımız tatlı kabaklar o yıllarda tasma kabak adıyla ve şeker pancarları da kazan ve Harani’lerde pişirilerek yenilirdi.
Yukarıda yazdığım gibi; bugünlerde daha çok pişirmeye başladığımız üç büyüklerin yani Fasulye, Nohut ve Mercimeğin pahalı olduklarından, ayrıca eskiye göre bunların tatlarının da olmadığından şikâyetçiyiz.
Bilindiği gibi son zamanlardaki tarım politikamız sebebiyle; aşağı yukarı içindeki zararlı maddelere de aldırmadan, temel gıdalar da dâhil, her yiyeceği ithal edip çocuklarımızla birlikte yiyoruz ama eski yıllardaki ölüm nedenlerinin çoğunun yerini, bugün kalp ve kanser hastalığının aldığını da bilelim.
Şunu da eklemem gerekiyor ki; bu yetiştirdiğimiz ürünlerin tamamına yakınının üretilmesinde; kendimizin el emeği, alın terinden başka İçine pişiren hanımlarımızın sevgileri de ilave edilince, tabi ki tadına doyum olamazdı.
04 Aralık 2018 Konya
Tevfik DEMİR
Konyada’ki Yeşildereli
BUGÜNLERDE FAZLACA PİŞİRİLEN KURULAR
Paylaş