O yillarda ekilmesi yasak olmadigindan, köyümüzde de ekilen, bilhassa köyün hemen altindaki,“Bagalti” denilen mevkiden, daha önceleri birkaç kere buralari ziyaret eden arkadaslarla birlikte bir gece vakti asirdigimiz Hashas-Afyon kozalaklari ile, yine baska bir gece, bu defa Imambagi’nin üzümlerinin tam olgunlasmasi sirasinda, bag bekçisinin çadirina çekildigi saatlerde, yine bu isleri daha çok bilen ve becerikli arkadaslarin öncülügünde, bol bol üzüm yedigim, unutamadigim hatiralarim arasindadir.
O yillar köyün “Ibili” mevkiinden baslayarak, ta Döseme Köprüsü denilen tarihi köprüye kadar olan, adina da Karsiyaka denilen yerler, tarla seklinde olup, çogu da sulanan araziler oldugundan, buralara bugday, arpa ve çokça da misir ekilirdi ki buda; bugday, arpadan sonra en fazla ekilen ürün olurdu.Iste biz çocuklarin o misir tarlasindan olgunlasmasi sirasinda adina“süt misir” dedigimiz en fazla asirdiklarimiz arasinda olanlardandi.
Bazen kendimize, bazen de sahibi görmeden o tarlalardan kopardiktan sonra, bilhassa dere kenarinda bir sögüt agacinin gölgesinde yaktigimiz atesin kenarlarina, kabugunu soyarak siraladigimiz, çabuk pisirmek için küçük dikenciklerinin elimize batmasina pek aldirmadan, kabak kökeninden kestigimiz, uzun bir huniyi andiran, agzimiza alip üfledigimizde, dar ucundan çikan rüzgârin atesi canlandirmasi ile daha çabuk pisen, kokusunu ve tadini hala hiç unutamadigim, süt tadindaki, taze, taneli misirlarda, bizim çocukluk günlerimizin, normalmis gibi olan, adetlerimizden idi..
Bütün bunlara ilave olarak; yine çocuklugumda bag ve bahçelerden asirdigimiz meyve ve sebzeler disinda, sahsen kendimin hiç kimse görmeden yaptigim, sonralari ve hala her aklima geldiginde, beni çok utandiran bir hirsizlik olayim da söyle olmustu:
Sanirim okulun birinci veya ikinci sinifinda okudugum, yasimin da 7-8 oldugu, henüz köyümüzün civar köylere daha çokta bagli oldugumuz Karaman’a, dogru dürüst yolumuzun olmadigindan, otomobili bile görmedigimiz ve bilmedigimiz 1940-1941 yillariydi..
Simdiki Belediye Binasina varmadan, hemen saga sapan Agalar Sokaginin baslarindaki evimizin önünde, emsal arkadaslarla oynarken; sokagimiza simdiye kadar hiç görmedigimiz, iki atin çektigi, sonradan adinin “Fayton” oldugunu ögrendigimiz bir arabanin girdigini gördügümüzde, bizde arkasina takilmis, bir zamanlar önünde çesme olan, Agalar Cami’sinin önüne kadar da takip etmistik..
Caminin önünde duran, bu her tarafi kapali, acayip arabanin kapisindan inen biri kadin biri erkek iki yolcu ve arabayi kullanan kisi de atlari arabadan çözmüs, sonra köyün o yillar en meshur odasi olan, Koca Agalar sülalesinin son temsilcisi Ömer Aganin,atalarindan gördügü gibi, hem misafirlerine ve hem de misafirin hayvanlarina, hiçbir ücret almadan, yedirip içirdigi, adina da,“Koca Oda” dedikleri odaya dogru yürüyüp gitmislerdi.
Iste bundan sonra, artik biz çocuklarin arayip ta bulamadigi, merakimizi çeken bu araba bizlere kalmis, içini, disini gezmistik ki, arabanin tam arka tarafinda, arabanin mesin yapisina uygun, dikkatli bakmazsan fark edemedigin, siskince bir yeri gördüm. Yanina yaklasip dikkatli baktigimda ise; buranin büyükçe bir cep oldugunu gördügümden, kimseye hissettirmeden içine baktigimda, bizim o yillar adina Karaman Ekmegi de dedigimiz pide seklindeki ekmekleri görmüstüm ki, o anda içimde seytani bir his de dogmus oldugundan, acaba bu Karaman ekmeklerini, buradan kimseler görmeden nasil asiririm, düsüncesine kapildim.
Yanimda bulunan diger arkadaslarla birlikte oradan ayrildiktan sonra, uzaktan da olsa o Fayton arabasini, aksama kadar, birkaç kez, kolaçan etmis, aksamda herkes evlerine çekildiginde, kimseye görünmeden faytonun cebindeki o iki pideyi aldiktan sonra, o yillarda sirtimdaki iki parçadan olusan giysimin atlet ve yelegi arasina gizleyerek,tenhacik yoldan kosar adimlarla Karsiyaka Köprüsünden geçip, dereyi de takip ederek, o yillarda Asagi Döseme Köprüsüne kadar olan bos arazide yürürken,pidenin birinin, hemen hemen, yarisini da yiyip bitirmis, ve iyice de doymustum.
Rahmetli babamin her Karaman dönüsünde, bazen bir, bazen de iki adet, birinin içine; o yillarda ‘kesek helva’ da dedigimiz, veya parasinin yettigi kadar dogranmis ‘pastirma’ koydurup getirdigi, kalabalik bir aile olan bizimde, sanki bir tadimlik kadar ancak yiyebildigimiz, o günlerin bugdaylari ve üzerine bolca ekilmis çörek otunun da verdigi mis gibi kokusu ile Karaman Ekmegi diyerek göklere çikardigimiz, kendi ekmeklerimize göre daha uzun ve kokulu olan, bu ekmekler, o günlerde köyde biz çocuklarin en çok sevip arzuladigi, yiyeceklerden biriydi.
Eve geldigimde kalan pideleri bir çikina sararak; yalniz benim girip çiktigim, hayvanlarimiza saman dökmek için kullandigimiz, samanligin bir kösesine itina ile saklamis, hiç kimselere göstermeden, birkaç gün, sanki bir çerez gibi, girip çiktikça yemistim..
Yillar yillari takip etmis, o yillardaki kanunlara göre içinde bulundugum besinci siniflardan gayri siniflar tatil edilmisler, bir hafta sonra da, civar köylerden gelen ögretmenlerin de istiraki ile kurulan kalabalik bir mümeyyiz toplulugunun önünde imtihanlari da kazanarak, ilkokul mezun olmus, okulun bahçesinde ögretmenimiz Süleyman Asçi’nin son nasihatlerini dinliyorduk.
Rahmetli sinif ögretmenimiz Süleyman Bey; o gün bundan sonraki hayatimizda hem kendimiz ve hem de ailemize olan sorumluluklarimiz ile birlikte, iyiyi ve kötüyü de, anlama yetenegine ulastigimizi, önümüzdeki uzun hayat yolunda karsilasacagimiz zorluklari yenmede; dogrulugun, sabrin ve azmin önemini anlatmis, sonunda da ögretmenimizin teker teker elini öpüp oradan ayrilirken, aklima ilk gelen ve bir daha asla yapmayacagim dediklerim arasinda, iste o çocukken bag ve bahçelerden arkadaslarimla birlikte asirdigimiz meyve ve sebzeleri, daha çok da, hala her aklima geldiginde büyük pismanlik duyarak yüzümün kizardigi, o Fayton arabasindan çaldigim, iki adet pide ekmegi, aklima gelir.
Bir yerde okudugum ve simdilerde ise daha çok aklima gelen: “Yaslandiginiz için sikayet etmeyin;Bazi kisilerin bu imkani da olmuyor” deyiminde oldugu gibi, o gün, yani 1944 yilinin o ilik Mayis ayinda;Ibrala(Yesildere) Ilkokulu Bahçesinde bulunan basta sinif ögretmenim Süleyman Asçi olmak üzere, birlikte mezun oldugum sinif arkadaslarimdan hatirlayabildigim kadari ile Mustafa Bal, Durmus Ugur,Naci Çatikkas,Ali Karayumak,Hüseyin Demirtas gibi arkadaslar, artik bugün dünyada degiller.Onlara rahmet dilerken, hayatta oldugunu sandigim o yilki mezunlardan çok az kalmis, birkaç arkadas ve kendime de hayirlisindan ömür dilerim.
Ayrica; Konya’daki memuriyetimin sonlarina dogru, sansim beni ta o ilkokul günlerinden sonra hiç göremedigim Ögretmenim Süleyman Asçi ile tekrar karsilastirdi ki, bu da hayatimda unutamadigim anilarimdan biridir.. O yillar sag olan rahmetli esimle birlikte bir ögretmenler gününde evine kadar giderek elini öptügümüz ögretmenimizin, birkaç ay sonra da ölümünün kirkinci günü yatsi namazindan sonra Haci Veyis Camisinde Mevlütü için çagrildim.
Hem ögretmenim ve hem de esim, simdi artik elimden geldigince sik ziyaretlerine gittigim, Konya Musalla Kabristaninda, mahsere kadar bitmeyen, uykularindalar. Onlara da rahmet diliyorum.
FAYTON ARABASINDAKI PIDELER
Paylaş