Derslerin basladigi gün, ta birinci siniftan beri tanidigimiz ve kendisinden çok korktugumuz basögretmenimiz Sirri Çömlekçi, yaninda simdiye kadar hiç görmedigimiz ince, zayif ve çok genç bir kisi ile besinci siniflarla birlikte oturdugumuz okulun o genis sinifina girdiklerinde hep birlikte siralarimizda ayaga kalkmistik.
Basögretmenimiz her iki sinifa yani dört ve besinci siniflara yaninda getirdigi kisinin adini Süleyman Asçi diye açiklamis ve bundan sonra her iki sinifi da bu ögretmenimizin okutacagini, kendisine gerekli saygi ve sevgiyi göstermemizi de tembihlemisti.
O yillarda köy halkinin tamami ögretmenleri sayar, sever ve ihtiyaçlarini karsilamak için birbirleri ile yarisirlardi.
Yeni ögretmenimizin, diger ögretmenlere göre daha sessiz olmasi bizi cesaretlendirmis, aramizdaki mesafeyi koruyarak bilmedigimiz her konuyu ona sorup ögrenmemizi kolaylastirmisti.
Okula umumi kapidan girildiginde o yillarin ölçülerine göre epeyce büyük salonunun erisemeyecegimiz yüksek duvarinda asili, iki resimden birinde büyükçe bir dis resmi ve hemen yaninda yine büyükçe bir insan vücudu resmi bulunuyordu. Okula basladigim yilin sonlarina dogru o dis resminin üzerindeki “bir çürük dis neler yapar” ve insan resminin üzerindeki “insan vücudu bir fabrikaya benzer “yazilarini kekeleye kekeleye okumayi ancak basarmistim.
Ikinci sinifta o resimlerin altinda daha ufak yazilarla yazili bir çürük disin sebep oldugu hastaliklar ve diger resim içindeki insan organlarinin adlari ile vücudumuzun nerelerinde bulundugunu artik kolayca okuyor ve biliyordum.
Birinci sinifta basögretmenimiz Sirri Çömlekçi’den baska, Hasan adinda bizim köyden bir egitmen ile üçüncü sinifta aslen yine bizim Ibrala’dan olup Karaman’da ikamet eden Kemal Uysal vekil ögretmen olarak ögretmenlerimiz arasindaydi. Rahmetli Kemal Bey esimle de akraba olup, yillar sonra oglu eczaci Ismail Uysal da damadimiz olacakti.
Yillar geçmis, üçüncü sinif bitmis dördüncü sinifi yeni gelen ögretmenimiz Süleyman Asçi’da okuyacaktik.
Süleyman Bey köyümüze askere gitmeden ve bekâr olarak gelmisti. Muhitin yabancisi ve ayni zamanda yemek yapma tecrübesi de olmadigindan, okulda hademe olan babama rica ederek, yemeklerinin annem tarafindan yapilmasini istemis annemde ögretmenimizin yemeklerini yapmaya baslamisti. Ben ya da kardesim Ali, sefer tasi içinde ögleyin okula, aksamlari da simdiki belediye binasinin arkasinda köyün kuzey tarafindaki evlere giden biraz yokusça yolda, Satafli Mehmet dayimin avlu içindeki evlerinden birinde oturdugu için aksam yemeklerini de oraya götürürdük.
Yemek malzemelerinin çogunu ögretmenimiz gelirken memleketi Sille’den getirmis olsa da bazen, bizim yedigimiz yemeklerden de götürürdük. Iste o günlerden bir gün aksamüzeri ögretmenimin yemegini evine götürmek üzere evden çikarken anam “ögretmenine söyle gönderdigi malzemelerden Siygiç bitti, bu yemegi Siygiçsiz yaptim, biraz Siygiç versin de al gel” tembihinde bulundu.
Yemegi kendisine verirken anamin söyledigi gibi Siygiç’in tükendigini, biraz Siygiç vermesini istedigimde adam anlamamis, tekrar ettigimde yine de ne istedigimi çikaramamisti. Bir kaç kere tekrarimda da bir sey anlamadigindan Siygicin neden yapildigini, nerede kullanildigini sormustu. Ben, etten yapilip çömleklere basildigini ve yemeklerde kullanildigini söyledigimde ise “dilini esek arisi soksun, oglum ona Siygiç degil kavurma denir” demis bizim Siygis olarak bildigimiz kavurmadan bir miktar vermis ve bende anama getirip teslim etmistim. Ögretmen ile aramda geçen bu olayi anama anlatirken, bilgisiz duruma düsmüs olmanin üzüntüsü yasadigimi hatirlarim.
Anam “oglum bizde buna hep Siygiç derler. Üzülme diye de teselli etmisti. O günden sonra köyde Arapçadan dilimize geçmis Siygiç, Otbeli (ates küregine de otbeli diyorduk) gibi ve daha buna benzer eski dilde söylenen kelimelerinde çogunun Türkçesini bu ögretmenimizden ögrenmis olduk.
Besinci sinifi da bu ögretmenimizde okuduktan sonra artik mezuniyet zamani gelmisti. Mayis ayinin kendine has ve güzel bir gününde, okulun o ufacik bahçesindeki çiçeklerinin kokulari arasinda ve bahçe ortasinda bulunan çesmesinin minik muslugundan siril siril akan su seslerini de dinleyerek o yillarda ismi Ibrala olan beldenin bes sinifli Ilkokulundan 1943–1944 yili mezunu oluyorduk.
Sinif ögretmenimiz Süleyman Asçi’nin bundan sonraki hayatimiz için iyi dilek ve nasihatlerini dinlerken biraz sevinç, ama çokça üzüntülüydüm. Sevinçliydim o yillardaki yasantimiz arasinda ilkokulu bitirmistim. Ama üzüntüm çok daha fazlaydi. Okumayi çok fazla arzu ediyordum ama o yillar köyden çok uzakta bulunan daha baska okullara gitme imkânim maddi yönden hiç yoktu.
Ögretmenimizin arzusu üzerine arkadaslarimizdan Durmus Ugur’un o çalik dili ile söyledigi “Köprüden geçti gelin” türküsünü dinlerken ben hiç bilmedigim ileriki hayatimi düsünüyordum.
Biraz sonrada da simdi aklima gelen devre arkadaslarim Ali Karayumak, Hüseyin Demirtas, Mustafa Bal, Durmus Ugur, Fatilarin Kemal, Naci Çatikkas ve Ibrahim Özer, Ögretmenimiz Süleyman Asçi’nin teker teker elini öptükten sonra mahzun ve üzgün bir sekilde evlerimize dönüyorduk.
Bir yil sonra hiç ummadigimiz bir günde, köye gelen bir görevli tarafindan üç yil süreli, yatili ziraat okuluna kaydimizi yaptirmis, oradanda mezun olmus, asker dönüsü ise çogumuz devler dairelerinde memur olmustuk
Yillar sonra memuriyetimin sonlarina dogru Konya’da iken emekli bir ögretmenle tanismis ve kendisine nereden emekli oldugunu sormus ve Eregli Merkez Ilkögretim okulundan emekli oldugunu ögrenmistim. Ilkokul ögretmenim Süleyman Asçi’nin da son yillarda Eregli de görev yaptigini bildigimden, emekli ögretmenden Süleyman ögretmenimin Konya’daki evinin telefon numarasi artik elimdeydi.
O günlerden bir ögretmenler günü ögrendigim numarayi çevirdigimde karsima çikan bir hanima Süleyman ögretmenimi sordum. Kizi oldugunu ve benim babasini neden aradigimi söylediginde de ilkokuldan ögretmenim oldugumu ve ögretmenler gününü kutlayacagimi söylemistim ki kizcagiz telefonu babasina verdi.
Simdi karsimda yillardir hiç görmedigim ögretmenim vardi. ”Ona, Ibrala’dan ögretmenim oldugunu, okulun hademesi Mustafa Demir’in oglu, adiminda Tevfik oldugunu söylerken çok heyecanliydim. Ögretmenim babamin adini da söyledigim için kim oldugumu anlamisti. Ancak “oglum bu telefonda olmaz. En kisa zamanda evime beklerim. Simdi telefonu kizima veriyorum. Onun söyleyecegi adrese en kisa zamanda ve hem de esinle birlikte beklerim diyerek telefonu kizina vermisti.
Bir gün sonra Konya vergi dairesi karsisindaki apartmanlardan birinin giris kapisinda Süleyman Asçi yazili dügmeye bastigimda kapi hemen açilmis, asansörle çiktigimiz dördüncü katin yine üzerinde Süleyman Asçi yazili kapisi açik bizi bekliyordu.
Bizi iki hanim karsiladi. Biri ögretmenimin kizi, digeri de arkadasi oldugu söyledi ve bizi babasinin bulundugu odaya götürdü.
Kapidan girdigimizde onu ayakta ve bize dogru yürümeye çalisirken gördüm. Topalliyordu. O eski bildigimiz zayif adam yine zayifti ama simdi boyuda kisalmis, ufacik olmustu. Topallamasi da son günlerde düstügü bir olay sebebiyle olusmustu. Hizli adimlarla yanina yaklasip daha fazla zorlanmamasini saglarken diger yandan da elini öpüyor ve kabaran yüregimle gözlerimden birden bosalan yaslara mani olamiyordum.
Benden sonra esim Hayriye de elini öpmüs oda karsi kösede diger bayanlarin yaninda karsilikli olarak oturmus, ancak bir müddet konusamamistik. Sonra o yavas yavas soruyor, bende cevapliyordum. Köyden bazilarinin adini sorarken esimin de kimlerden oldugunu sormus ve Haci Ali’nin Osman deyince de tanimisti.
Ögretmenimiz esi Hanife hanimin birkaç yil önce öldügünü söylemis, kizini da göstererek bu kizda bana bakacagim diye evlenmiyor diyerek dert yanmisti. Epeyce oturarak sohbet ettik ve hazirlamis olduklari yemegi de birlikte konusarak yedik
Bu sohbetten cesaret alarak oradakilere ve bilhassa ögretmenime “Sayin ögretmenim hani evlenmeden önce köye ilk geldiginizde annem sizin yemegi yapar bende size getirirdim ya. Iste o günlerden size karsi yaptigim bir kusur ve hatta terbiyesizligi burada itiraf etmek istiyorum. Bilmem beni affedebilecek misiniz? Dedigimde hocam dâhil, oradakiler sasirmis ve benim agzimdan çikacak sözleri pür dikkat dinliyorlardi ki ben devamla. O size yemek tasidigim sefer tasinin en alt güzüne koydugunuz ve yemeklerden sonra yediginiz tahin pekmez karisimini canim çok çektiginden birkaç kere kimse görmeden parmagimi batirarak yalamistim. Dedigimde ögretmenim utancimdan kizarmis yüzümü eliyle sefketlece oksayarak “Ne kusuru oglum. ne terbiyesizligi, senin yerine ben olsaydim bende aynen senin yaptigini yapardim diyerek beni teselli etmis ve birlikte gülmüstük.
Biraz daha kaldiktan sonra ondan izin alip ayrilirken hem esim ve hem de ben tekrar elini öperek ayrilirken, havalar düzeldiginde kendisinin de bize gelecegini söylediginde sevinmistik.
Aradan iki ay kadar bir zaman geçmisti ki telefonda ögretmenimim kizi “Babamin kirkinci ölüm günü olan bugün Haci Veyis camisinde yatsi namazinsan sonra mevlidi var Tevfik amca. Senide bekliyoruz deyince hem sasirdim ve hem de çok üzüldüm
Mevlidine gittigim gibi su anda esimin de ebedi uykusunu uyudugu Musalla mezarliginda Gömeç Hatun türbesinin hemen önünde ki kabrinde yatan ilkokul ögretmenimi de sik sik ziyaret ediyorum.
Ona, Karaman mezarliginda yatan diger ögretmenlerim, Sirri Çömlekçi ile Kemal Uysal ve köy mezarliginda yatan Hasan beye rahmetler dilerim.
SIYGIÇ MI? KAVURMA MI?
Paylaş